Bu Blogda Ara

25.4.25

Ödev Yerine Görev: Eğitimi Daha Anlamlı Kılmak


Ödev, bilgi yükler; görev, anlam katar."

Eğitim sistemimizde uzun yıllardır süregelen bir alışkanlık var: “ödev”. Günlük hayatımızda o kadar yer etmiş ki çoğu zaman neden verildiğini bile sorgulamadan kabulleniyoruz. Öğrenciler, okuldan çıkarken sırtlarında sadece kitaplarını değil, aynı zamanda o gün eve götürecekleri ödev yükünü de taşırlar. Matematik problemleri, okuma özetleri, testler… Peki, bu ödevler gerçekten öğrenmeyi pekiştiriyor mu, yoksa sadece yılların getirdiği bir alışkanlığı mı sürdürüyoruz?

Ödev kavramı, çoğu zaman standartlaştırılmış bir kalıp içinde sunulur. Her öğrenciye aynı sorular, aynı alıştırmalar verilir. Oysa sınıfın içindeki her birey birbirinden farklıdır. Kimi sayılarla arası iyidir, kimi sözcüklerle dans etmeyi sever. Kimisi hızla kavrar, kimisi zamana ihtiyaç duyar. Ancak bu çeşitlilik, verilen ödevlerde çoğu zaman göz ardı edilir.

Bir öğrenci için 50 matematik sorusu bilgi pekiştirme anlamına gelebilirken, başka bir öğrenci için bu sadece zihinsel bir yorgunluk, hatta öğrenmeden soğuma sebebi olabilir. Bu noktada, klasik ödev anlayışının öğrenciyi birey olarak değil, bir kalıp içine sıkışmış varlık olarak gördüğünü fark etmek gerekir.

İşte tam bu noktada, ödev yerine "görev “kavramını koymak, eğitimin doğasını daha anlamlı kılabilir. Görev; öğrencinin yaratıcı düşünmesini, merak etmesini, keşfetmesini ve sorumluluk almasını teşvik eder. Öğrenciyi pasif alıcı olmaktan çıkarır, aktif üretici haline getirir.

Örneğin bir tarih dersinde, klasik “II. Dünya Savaşı’nın nedenlerini maddeler halinde yazınız” sorusu yerine, öğrencilere şöyle bir görev verilebilir:   “1939 yılında bir gazete editörü olsaydın, savaşın çıkmasını engellemek için manşetinde ne yazardın?”

Bu tür bir görev, öğrenciyi sadece tarihsel bilgiye ulaşmaya değil, o bilginin dönemin koşulları içinde nasıl kullanılabileceğini düşünmeye de zorlar. Öğrenci, kendini tarihin içinde bir aktör gibi hisseder. Eleştirel düşünme, empati kurma ve yaratıcı yazma becerileri devreye girer.

Görevlerin en önemli özelliği, öğrenmeyi gerçek hayatla ilişkilendirmesidir. Örneğin, fen bilgisi dersinde “Bitkiler fotosentez yapar. Açıklayınız.” demek yerine şöyle bir görev verilebilir: “Evde bir bitki yetiştir ve onun büyüme sürecini 4 hafta boyunca gözlemleyip bir günlük tut.”

Bu görev, öğrenciyi doğayla buluşturur. Gözlem yeteneğini geliştirir, sabır kazandırır ve doğanın döngüsüyle bir bağ kurmasını sağlar. Bilgi, artık soyut değil; somut bir deneyim haline gelir. Öğrenci sadece öğrenmez, aynı zamanda yaşar.

Başka bir örnek, Türkçe dersinden verilebilir: “Bir kompozisyon yazmak yerine, mahallendeki yaşlı biriyle röportaj yap ve onun çocukluk anılarını derle. Bu anlatıyı hikâyeleştirerek yazıya dök.”Bu görev, hem dil becerilerini geliştirir hem de sözlü kültürün aktarımına katkı sunar. Öğrenci kendi çevresine kulak vermeyi öğrenir, empati kurar, kuşaklar arası bağlar güçlenir.

Elbette bu görev temelli yaklaşım, öğretmenler için daha fazla planlama, daha çok bireysel takip gerektirir. Her öğrenciye uygun görevler üretmek, standart testler dağıtmaktan daha zahmetlidir. Ancak bu emeğin uzun vadede karşılığı çok daha kıymetlidir. Görev temelli öğrenme ortamlarında öğrenciler daha çok katılım gösterir, motivasyonları artar ve öğrenmenin sorumluluğunu üzerlerine alırlar.

Ayrıca görevler, öğrencilerin sadece bireysel değil, toplumsal sorumluluk bilincini de geliştirebilir. Örneğin:“Mahallende eksik gördüğün bir şeyi tespit et ve bu konuda bir çözüm önerisi geliştir. Bunu sınıfta sun ve tartışmaya aç.”Bu tarz görevler, öğrencilerin yaşadıkları çevreye duyarlı bireyler olmalarını teşvik eder. Eğitim, sadece bilgi aktarmakla kalmaz; yaşama dair duruş kazandırır.

Her şeyin ezbere dayandığı bir sistemde, çocukların öğrenmeye dair heyecanlarını kaybetmeleri şaşırtıcı değildir. Oysa görevler, öğrenmeyi bir zorunluluk değil, bir keşif süreci haline getirir. Öğrenci artık “Bu ödevi yapmak zorundayım” demez; “Bu görevi nasıl çözebilirim?” diye düşünmeye başlar. Görev; öğrencinin yeteneğini ortaya çıkaran, fikirlerini önemseyen bir yapıdır.

Eğitimde köklü dönüşümler, cesur fikirlerle başlar. Belki de artık o klasik “ödev” dosyalarını rafa kaldırmanın ve yerine görevlerle donatılmış bir eğitim anlayışını benimsemenin zamanı gelmiştir. Görevler, öğrencilere güven verir; onların düşünen, hisseden, çözüm üreten bireyler olduğunu hissettirir.

Çantaların içindeki kâğıt yığınlarını hafifletmekle kalmayalım; çocukların ruhunu, hayal gücünü, özgüvenini de hafifletelim. Çünkü gerçek öğrenme, bir sayfanın üzerindeki doğru cevabı işaretlemekle değil, bir görevin peşinde merakla, heyecanla ve sorumlulukla yürürken karşılaştığımız keşiflerle olur.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder