"Sırrı
Süreyya Önder, sadece bir isim değil; barışın, vicdanın ve halkın sesi olma
cesaretidir."
Bazı insanlar
vardır; kelimeleri sadece cümle kurmak için değil, yaraları sarmak, kalplere
dokunmak ve gelecek kuşaklara onurlu bir miras bırakmak için kullanır. Sırrı
Süreyya Önder, bu toprakların tanıklık ettiği o nadir insanlardan biridir. Hem
bir ozan hem bir siyasetçi hem bir anlatıcı hem bir yaralı yürek... Ama en çok
da barışa adanmış bir ses. Kürt’üyle, Türk'üyle, Laz'ıyla, Ermeni’siyle,
Arabıyla,Alevisiyle,Sunnisiyle,Müslümanıyla,Hristyanıyla,Ateistiyle… bu ülkenin
bütün renklerini aynı şiirin içinde buluşturmanın neferi oldu. Kendisini bir
etiketin içine hapsetmedi. Ne bir partinin ne de bir kimliğin yalnızca
temsilcisi olmadı. O, bastırılan ne varsa, onun yanına koştu. Çünkü onun tarafı
belli: Mazlumdan, yoksuldan, susturulandan yanaydı.
O, bir şiirin
gölgesinde büyüttü inancını barışa. Tankların, dikenli tellerin ve susturulmuş
ağıtların arasından geçerek geldi. Belki de o yüzden onun "barış"
dediği cümleler, kuru bir siyasi söylem değil, memleketin en derin acılarına
dokunan, içli bir ninnidir. Barış onun için bir müzakere değil, bir anneler
duası, bir çocuğun kardeşiyle oynarken güldüğü andır.
Ve Diyarbakır…
Ah, Diyarbakır… Sur'un taşında, Hevsel’in yeşilinde, Dicle'nin çağlayanında
yankılanan bir ses gibi Önder’in yüreğinde hep ayrı bir yerdedir. Diyarbakır
onun için sadece bir şehir değil; kaybolan çocukluğumuzun, bastırılan dillerin,
yarım kalmış sevdaların yurdudur. Orada susmak bile bir başkaldırıdır bazen. Ve
konuşmak, yaşamak kadar cesur bir eylem...
O, Meclis
kürsüsünden konuştuğunda Diyarbakır’ın taş sokakları duydu onu. Gözaltında
kaybolanların anneleri duydu. Barış umudunu çaldıkları her sabah, o sessizliğe
karşı bir türkü gibi dikildi. “Bir halkın dili yasaksa, o halkın yüreği
susturulmuştur” dedi. Ve kendi yüreğini açtı milyonlara.
Kendisine her
“sus” dediklerinde daha yüksek sesle barışı söyledi. Kendi yarasını açıkta
bırakarak başkasının yarasına merhem olmaya çalıştı. Sürgünlere, ölümlere,
ihanete rağmen bir adım geri atmadı. Çünkü o, barışa sadece inanmadı; barışın
kendisi olmaya çalıştı.
Bugün hâlâ
Diyarbakır’ın sabahlarında yankılanıyorsa barışın umudu, Sırrı Süreyya Önder
gibi yüreklerin sayesindedir. Onun kaleminde barış bir vaat değil, bir
vasiyettir.
Ve bizler, o
vasiyetin tanıklarıyız…
Şimdi
ise yüreği gerçekten yoruldu. Son geçirdiği kalp kriziyle birlikte bir kez daha
hatırladık: Onun gibi yürekler kolay yetişmiyor bu topraklarda. Onun sesi,
yalnızca bir düşün değil, bir halkın geleceğe dair özlemidir. Dualarımızda,
içten dileklerimizde onun bir an önce sağlığına kavuşmasını istiyoruz. Çünkü bu
memleketin, bu halkın, barışın yolculuğunda onun gibi vicdanlara, onun gibi kalemlere,
onun gibi cesur yüreklere hâlâ çok ihtiyacı var.
Geçmiş
olsun Sırrı Süreyya Önder… Yüreğin yeniden dirilsin. Çünkü barış, sen olmadan
eksik kalır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder