Bu Blogda Ara

12.4.25

Toplumsal Barışın Çağrısı


"Barış, silahların susmasıyla değil, kalplerin birbirini duymasıyla başlar."

Tarih, bazı anlarda yalnızca silahların değil, sözlerin de kaderi değiştirdiğine tanıklık etmiştir. Abdullah Öcalan’ın çağrısı da işte böyle bir dönüm noktasında yankı bulmuş, çatışmaların gölgesinde bir umut kapısı aralamıştır. Onun sözü, yalnızca bir barış talebi değil, aynı zamanda geçmişin acılarıyla yüzleşme ve geleceği ortak bir adalet temelinde inşa etme çağrısıdır. Çünkü gerçek barış, yalnızca silahların susmasıyla değil, halkların birbirini anlamasıyla mümkündür. Bu çağrı, tarihin yükünü taşıyan bir coğrafyada, yeni bir başlangıç ihtimalini fısıldamaktadır.

İnsanlık tarihi, kan ve gözyaşı ile yazılmış bir kitap gibi önümüzde duruyor. Sayfaları çevirdikçe, her harfin ardında yankılanan acıları duyuyoruz. Fakat bu kitap sadece savaşların, düşmanlıkların tarihi değil; aynı zamanda barışa ulaşma çabasının, uzlaşının ve kardeşliğin de tarihidir. Her millet, her halk, barışı aramış, kimi zaman kaybetmiş, kimi zaman yeniden inşa etmiştir. Barış, yalnızca silahların susması değil, kalplerin birbirine açılmasıdır. 

Platon der ki: "Adalet, ruhun uyumudur." Adaletin olmadığı yerde, barış da eksik kalır. Toplumları bir arada tutan görünmez iplerin en sağlamı adalettir; çünkü adil olmayan bir düzen, barışın değil, geçici bir sessizliğin garantisidir. Kant ise ebedi barışı hukukun üstünlüğü ile mümkün görür: "Hukukun egemen olmadığı yerde, herkes herkesin düşmanıdır." Oysa barışın gerçek anlamı, insanların birbirini düşman görmekten vazgeçmesinde saklıdır. 

Bu topraklar, çatışmaların ve acıların gölgesinde büyüdü. Ancak toprağın belleği vardır; ona ne ekerseniz, size onu geri verir. Eğer öfke ekerseniz, kin biçersiniz. Eğer adalet ekerseniz, barışın meyvelerini toplarsınız. Barış, karşılıklı inkârla değil, kabul ve uzlaşıyla mümkündür. 

Jean-Jacques Rousseau "İnsan özgür doğar ama her yerde zincirlenmiştir." der. Toplumun koyduğu sınırlar bazen insanın ruhunu hapseder; ama en büyük hapishane, insanın kendi içindeki korkularıdır. Barışa ulaşmak, işte bu korkuların üstesinden gelmekle mümkündür. Thomas Hobbes'un dediği gibi, "İnsan insanın kurdudur", ama aynı insan aynı zamanda barışın da mimarı olabilir. İnsanın en büyük sınavı, içindeki kurdu mu besleyeceği, yoksa içindeki ışığı mı büyüteceğidir. 

Gerçek barış, sadece bir coğrafyanın sınırları içinde değil, insanların kalplerinde başlar. John Rawls’un “adalet olarak eşitlik” ilkesinde belirttiği gibi, barış toplumun tüm kesimlerinin haklarını gözeterek inşa edilmelidir. Mahatma Gandhi’nin "Göz göze, diş dişe" anlayışı tüm dünyayı kör eder sözü, bizlere intikam ve düşmanlıkla hiçbir yere varamayacağımızı hatırlatır. 

Barışa yürüyenlerin yolunu aydınlatan en büyük ışık, sevgidir. Mevlana’nın dediği gibi: "Gel, ne olursan ol, yine gel." İşte barışın dili budur; bir çağrıdır, kucaklamadır, öteki olmaktan vazgeçmektir. Çünkü gerçek huzur, ne sadece bir devletin, ne sadece bir halkın, ne de sadece bir liderin omuzlarına bırakılabilir. Gerçek barış, tüm kalplerin bir araya gelip yeni bir dünya inşa etmeyi kabul etmesiyle mümkün olur. 

Gelin, hep birlikte savaşın ve kinin defterini kapatalım. Tarihin bize öğrettiği en büyük ders, düşmanlığın değil, barışın kalıcı olduğudur. Victor Hugo’nun dediği gibi: "Barış, en büyük zaferdir." Ve biz, bu zaferi kazanmak için yeterince acı çektik. 

Barışın sesi, en yüksek ses olsun!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder