"Eğitim, toplumun aynasıdır; eğer cam
kırıklarla doluysa, gelecek bulanık görünür."
Eğitim,
toplumların geleceğini şekillendiren en önemli kurumlardan biridir. Ancak
Türkiye’de eğitim sistemi, yıllardır çözülmeyen yapısal sorunlarla
boğuşmaktadır. Bu durum, sadece bireysel başarıyı değil, toplumsal
eşitsizlikleri, sınıfsal ayrımları ve kültürel dönüşümü de doğrudan
etkilemektedir.
Türkiye’de
eğitim politikaları, uzun vadeli planlamadan ziyade kısa vadeli değişimlere
maruz kalmaktadır. Müfredat değişiklikleri, sınav sistemlerindeki
düzensizlikler ve öğretmen atama politikalarındaki belirsizlikler, eğitimde
istikrarı bozmakta ve öğrencilerin akademik performansını olumsuz
etkilemektedir. Eğitim sosyolojisi açısından bakıldığında, bu tür değişimler
öğrencilerin ve velilerin eğitim sistemine duyduğu güveni zedelemektedir.
Eğitim,
toplumsal hareketliliğin en önemli araçlarından biridir. Ancak Türkiye’de
eğitim, eşitsizliği gidermek yerine derinleştiren bir yapıya sahiptir. Devlet
okulları ile özel okullar arasındaki fark giderek artmakta, kırsal bölgelerde
eğitim imkânları kısıtlı kalmakta ve dar gelirli ailelerin çocukları eğitimde
dezavantajlı konuma düşmektedir. Pierre Bourdieu’nün "kültürel
sermaye" kavramı çerçevesinde değerlendirildiğinde, ekonomik olarak güçlü
aileler çocuklarına daha fazla eğitim fırsatı sunarken, yoksul kesimler bu avantajdan
mahrum kalmaktadır.
Öğretmenlik
mesleği, tarihsel olarak büyük saygı gören bir konumdayken günümüzde ciddi bir
itibar kaybı yaşamaktadır. Velilerin ve yöneticilerin pedagojik sürece
fazlasıyla müdahale etmesi, öğretmenlerin otoritesini sarsmakta ve sınıf
yönetimini zorlaştırmaktadır. Bu durum, öğrencilerin öğretmene duyduğu saygıyı
azaltarak eğitimde disiplin sorunlarını artırmaktadır. Max Weber’in otorite
tipleri üzerinden değerlendirildiğinde, öğretmenin geleneksel ve yasal
otoritesi giderek zayıflamaktadır.
Eğitim
sisteminin sadece bilimsel bilgi aktaran bir alan olması gerekirken, zaman
zaman ideolojik ve politik yönlendirmelerle şekillendiği görülmektedir.
Müfredattaki değişiklikler, belirli derslerin öneminin azaltılması veya
artırılması, eğitimin politik bir mücadele alanına dönüşmesine yol açmaktadır.
Eğitim sosyolojisi bağlamında, bu durum eğitimin tarafsız bir bilgi aktarım
aracı olmaktan çıkıp, iktidarın ideolojik bir aygıtı hâline gelmesine neden
olmaktadır.
Son yıllarda
Türkiye’de üniversite sayısındaki artış dikkat çekici boyutlara ulaşmış olsa
da, bu niceliksel büyüme beraberinde niteliksel sorunları da getirmiştir.
Akademik kadroların yetersizliği, araştırma olanaklarının kısıtlı olması,
üniversitelerin bilim üretmek yerine yalnızca diploma veren kurumlara dönüşmesi
gibi faktörler, yükseköğretimin kalitesini olumsuz yönde etkilemektedir.
Özellikle yeni açılan birçok üniversitenin altyapı eksiklikleri, akademik kadro
yetersizliği ve müfredatın çağın gerekliliklerine uygun olmayışı, mezunların iş
dünyasına hazırlanmasını zorlaştırmaktadır. Bu durum, öğrencilerin üniversite
mezunu olmalarına rağmen yeterli bilgi ve beceriye sahip olamamalarına yol
açmakta, işverenlerin mezunlara duyduğu güveni sarsmakta ve niteliksiz iş gücü
problemini derinleştirmektedir.
Bunun en
önemli sonuçlarından biri, üniversite eğitimi alan gençlerin mezun olduktan
sonra iş bulmakta zorlanması ve giderek artan "diplomalı işsizlik"
sorununun ortaya çıkmasıdır. Üniversite eğitiminin iş gücü piyasası ile uyumlu olmaması,
gençlerin mezuniyet sonrası istihdam edilme şansını azaltmakta ve özellikle
sosyal bilimler alanında eğitim gören bireylerin işsizlik oranlarının
yükselmesine sebep olmaktadır. İş dünyasının ihtiyaç duyduğu teknik ve pratik
becerilere sahip olmayan mezunlar, eğitim sürecinde kazandıkları bilgileri
doğrudan uygulamaya dökememekte ve piyasadaki rekabet ortamında geri planda
kalmaktadır. Bu durum, üniversite diplomasının giderek değer kaybetmesine ve
bireylerin eğitime olan güvenlerinin sarsılmasına neden olmaktadır.
Türkiye’de
eğitim sistemi, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde birçok sorunu içinde
barındırmaktadır. Eğitimde fırsat eşitsizliği, öğretmenlerin itibar kaybı,
sistemdeki belirsizlikler ve eğitimin ideolojik bir araç hâline gelmesi, uzun
vadede toplumsal yapıyı da olumsuz etkilemektedir. Eğitim politikalarının,
bilimsel temelli, sürdürülebilir ve toplumun tüm kesimlerini kapsayan bir
anlayışla yeniden ele alınması gerekmektedir. Aksi takdirde, eğitimin geleceği
daha büyük bir krizle karşı karşıya kalacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder