Geçtiğimiz
günlerde sosyal medyada paylaşılan bir video, eğitim sistemimizde yıllardır
halının altına süpürülen bir yaraya ışık tuttu. Bursa’da bir okulda görevli
olduğu öğrenilen bir öğretmenin, sınıfındaki öğrencilerin beslenme çantalarını
tek tek göstererek çektiği video hem büyük tepki topladı hem de bir soruşturma
sürecini beraberinde getirdi.
Ancak
bu olay, yalnızca bir öğretmenin kişisel hatası ya da etik dışı davranışı
olarak ele alınamayacak kadar derin bir toplumsal meseleyi gözler önüne serdi:
Milyonlarca çocuğun yaşadığı yoksulluk ve bunun eğitimdeki yansımaları.
Elbette ki
çocukların beslenme durumlarının sosyal medya üzerinden paylaşılması, ciddi bir
mahremiyet ihlalidir. Bu tür paylaşımlar, çocukların özel hayatlarına doğrudan
müdahale anlamına gelir ve hem yasal hem etik boyutlarıyla pedagojik
sorumlulukla bağdaşmaz. Hele ki çocukların ekonomik durumları gibi toplum
nezdinde hassasiyet taşıyan bir mesele üzerinden görünür kılınmaları, onların
kişilik gelişimlerine zarar verebilecek nitelikte bir travma yaratabilir. Zira
yoksulluk, hiçbir çocuğun utanacağı bir durum değildir; utanması gereken, bu
yoksulluğu görüp de çözüm üretmeyen sistemin ta kendisidir.
Fakat burada
yalnızca videoyu çeken öğretmenin pedagojik hatasına odaklanmak, asıl sorunu ıskalamak
olur. Tepki gösterilmesi gereken şey sadece bu paylaşım değildir. Esas
odaklanılması gereken, o çantaların neden bu kadar boş olduğudur. O
görüntülerde dikkat çeken şey yalnızca etik dışı bir davranış değil; ülkenin
dört bir yanına yayılmış, yıllardır süreklilik kazanan yapısal bir eşitsizliğin
gözle görülür bir tezahürüdür. Türkiye’de milyonlarca çocuk, her sabah okula
boş mideyle gitmekte; protein, vitamin gibi temel ihtiyaçlardan mahrum
büyümektedir. Bazıları kahvaltı yapamadan, bazıları ise sadece bir dilim ekmek
ya da kuru bir simitle gününü geçirmek zorunda kalmaktadır.
Üstelik bu
durum, yalnızca fiziksel sağlıkla ilgili değildir. Yetersiz beslenme,
çocukların zihinsel gelişimlerini, öğrenme kapasitelerini, dikkat sürelerini ve
sosyal ilişkilerini de doğrudan etkilemektedir. Aç bir çocuk, sınıfta dersi
anlamakta zorlanır; arkadaşlarıyla sağlıklı ilişkiler kuramaz, öğretmeniyle bağ
kurmakta güçlük çeker. Bunun sonucunda eğitimden soğur, özgüvenini yitirir,
erken yaşta okulu bırakma riski artar. Yani bir beslenme çantasındaki eksiklik,
çocuğun tüm eğitim hayatını, hatta geleceğini tehdit edebilecek bir domino
etkisi yaratır.
Bu noktada
sormamız gereken soru şudur: Bu durumun sorumluluğu yalnızca öğretmene mi
yüklenebilir? Yoksa asıl sorumlu, yıllardır çocuk yoksulluğunu görmezden gelen,
eğitimde fırsat eşitliğini yalnızca söylemde dile getiren politikalar mıdır? Bu
mesele, bireysel hataların ötesinde, kamusal politikalara dair ciddi bir
sorgulamayı beraberinde getirmelidir.
Bir çocuğun
gelişimindeki en temel ihtiyaçlardan biri olan beslenme, eğitim başarısının da
doğrudan belirleyicisidir. Aç bir çocuk derse odaklanamaz, fiziksel gelişimi
geriler, sosyal ilişkileri zayıflar ve özgüveni kırılır. OECD raporlarına göre
Türkiye, çocuk yoksulluğu oranı bakımından birçok Avrupa ülkesinin
gerisindedir. TÜİK’in verileri de, çocukların yaklaşık üçte birinin düzenli
beslenmeye erişemediğini göstermektedir. Bu tablo sadece bir istatistik
değildir; her biri gerçek bir çocuğun hayatını temsil eder.
Bu noktada tartışılması
gereken, neden tüm okullarda ücretsiz ve nitelikli öğünlerin sağlanmadığıdır.
Pek çok ülkede devlet okullarında öğrencilerin beslenmesi sosyal devlet
anlayışının bir parçası olarak görülür ve kamusal hizmet şeklinde sunulur.
Türkiye'de ise bu uygulamalar genellikle proje bazlı, kısa süreli veya yalnızca
kırsal bölgeleri hedefleyen kısıtlı programlarla sınırlıdır.
Eğer bu
videonun doğurduğu tepki, bu çarpıcı gerçekliğin sistemsel olarak ele
alınmasına vesile olursa, bir toplumsal dönüşümün kapısı aralanabilir.
Soruşturma açmak, sorumluyu cezalandırmak belki bir nebze adalet sağlar; ama
daha önemlisi, milyonlarca çocuğun her sabah eşit şartlarda derse
başlayabilmesi için kalıcı politikalar üretmektir.
O
öğretmenin yöntemi yanlış olsa da, göz önüne serdiği gerçek doğruydu:
Türkiye’de çocuklar aç, çocuklar eşitsiz ve çocuklar unutulmuş durumda. Şimdi
bu gerçeği sadece kınamak değil, çözüm üretmek zorundayız. Çünkü bu çocuklar
bizim geleceğimiz değil, bugünümüzdür. Ve her birinin onurlu bir şekilde karnı
doyarken eğitim alma hakkı vardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder