"Kültürel
miras, sadece yaşatılarak değil; doğru yerde, doğru şekilde temsil edilerek
anlam kazanır."
Diyarbakır
Büyükşehir Belediyesi’nin 15 Mayıs Kürt Dil Bayramı kapsamında Gazi Caddesi’ndeki
kaldırımlara Klasik Kürt Edebiyatı şairlerinin beyitlerini işlemesi, kültürel
mirası yaşatma ve kentsel estetiğe katkı sunma açısından hem sembolik hem de
sanatsal bir girişimdir. Melayê Cizîrî, Feqiyê Teyran, Hacî Qadirê Koyî, Melayê
Xasî ve Siyapûş gibi Kürt edebiyatının temel taşları olarak kabul edilen
şairlerin dizelerinin kamusal alanda görünür kılınması, Kürt dilinin tarihsel
ve edebi zenginliğini görünür kılmayı amaçlayan anlamlı bir adım olarak
değerlendirilmelidir. Bu uygulama hem yerli halk hem de dışardan gelen
ziyaretçiler açısından kentin kültürel kimliğine dair güçlü bir mesaj içerir.
Ancak, projeye
gelen bazı tepkiler, kültürel girişimlerin yalnızca sanatsal ya da estetik
yönleriyle değil, aynı zamanda sosyolojik boyutlarıyla da ele alınması
gerektiğini çarpıcı biçimde ortaya koymuştur. Özellikle beyitlerin kaldırım
taşlarına yazılması, bazı çevreler tarafından “Kürt büyüklerinin ayaklar altına
alınması” olarak yorumlanmıştır. Hatta Abdurrahman adının geçtiği bir beyit
nedeniyle bir kaldırım taşının kırılması, bireysel hassasiyetin kolektif bir
tepkiye dönüşebileceğini ve bu tepkilerin sembollere yönelik fiziksel
müdahalelere evrilebileceğini göstermektedir.
Bu örnek,
kültürel projelerin planlanma ve uygulanma süreçlerinde sosyolojik analizlerin
olmazsa olmaz olduğunu bir kez daha gözler önüne sermektedir. Zira toplumlar
yalnızca maddi yapılar değil; aynı zamanda anlamlarla, sembollerle, kolektif
hafızalarla inşa edilmiş varlıklardır. Bir kentin sokakları, meydanları,
duvarları hatta kaldırımları bile bu sembolik dünyaya dâhildir. Bu bağlamda
kamusal alana müdahale ederken yalnızca estetik kaygılar değil, toplumun
tarihsel, kültürel ve psikolojik kodları da dikkate alınmalıdır.
Diyarbakır
gibi etnik, kültürel ve tarihsel çeşitliliğin iç içe geçtiği bir kentte,
kültürel hassasiyetin çok daha yüksek olduğu unutulmamalıdır. Özellikle Kürt
halkı için dil, tarih ve edebiyat; sadece sanatsal birer kategori değil, aynı
zamanda kimliğin, direnişin ve hafızanın taşıyıcı unsurlarıdır. Bu nedenle Kürt
edebiyatının önemli isimlerinin sözlerinin bir kaldırımla ilişkilendirilmesi,
bazı bireyler için sembolik bir “ayak altı bırakma” anlamı taşıyabilir. Elbette
bu algı, projenin niyetinden tamamen farklı olabilir, ancak toplumsal algı her
zaman niyetin önüne geçebilir.
Bu tür
olumsuz algıların ve yanlış anlaşılmaların önüne geçmek için kültürel
projelerin planlanma sürecine sosyologlar, antropologlar, kent tasarımcıları ve
yerel kanaat önderlerinin dahil edilmesi büyük önem taşımaktadır. Katılımcı bir
planlama modeli benimsenerek, toplumun farklı kesimlerinin duyarlılıkları ve
algıları önceden belirlenebilir. Örneğin bu projede beyitlerin kaldırım yerine,
caddenin uygun duvarlarına, kültürel panolara, estetik heykellere veya LED
ışıklı bilgi tabelalarına işlenmesi hem aynı mesajı verebilir hem de
hassasiyetleri incitmeden daha geniş bir kabul görebilirdi.
Toplumsal
hafızada önemli yere sahip isimlerin kamusal alanda nasıl temsil edileceği,
sadece teknik değil, aynı zamanda etik bir meseledir. Bu nedenle, projelerde
yer alan isimlerin ve eserlerin halk nezdindeki anlamı detaylı bir analizden
geçirilmelidir. Abdurrahman ismiyle ilgili ortaya çıkan hassasiyet, sadece bir
isim üzerinden değil, o ismin çağrıştırdığı tarihsel veya dini arka plan
üzerinden değerlendirilmelidir. Bu da gösteriyor ki bir beyit ya da bir isim,
bireysel değil, toplumsal düzeyde anlamlar yüklenmiş olabilir.
Yerel halkın
katılımını önceleyen çalıştaylar, kamuoyu yoklamaları ya da pilot uygulamalar
aracılığıyla, projenin sahadaki karşılığı önceden ölçülebilir. Böylece yalnızca
tepkiler önlenmiş olmaz; aynı zamanda projeye sahiplenme ve aidiyet duygusu da
artar. Sosyologların bu süreçteki rolü, sadece olası sorunları öngörmekle
sınırlı değildir. Aynı zamanda kültürel projelerin daha kapsayıcı, çok sesli ve
barışçıl bir niteliğe bürünmesine de katkı sunarlar.
Unutmamak
gerekir ki kültürel projeler, sadece geçmişin yüceltilmesi değil; aynı zamanda
bugünün ihtiyaçlarına ve geleceğin tahayyülüne yönelik bir davettir. Diyarbakır
Büyükşehir Belediyesi’nin bu projesi hem edebi mirasa sahip çıkmak hem de kent
kimliğini daha güçlü kılmak için önemli bir adım atmıştır. Ancak, toplumsal
kırılganlıkların yoğun olduğu bir coğrafyada, kültürel belleğin taşıyıcılarını
kamusal alanda temsil etmek büyük bir dikkat ve sorumluluk gerektirir.
Kültürel
projeler yalnızca estetik ya da sanatsal değil, aynı zamanda sosyolojik
eylemlerdir. Bu eylemler, toplumun kendini nasıl gördüğünü ve görmek istediğini
şekillendirir. Dolayısıyla, her kültürel adım, aynı zamanda bir toplumsal
sözleşme niteliği taşır. Diyarbakır örneğinde olduğu gibi, niyeti değerli olan
projeler dahi sosyolojik öngörü eksikliği nedeniyle beklenmedik tepkilerle
karşılaşabilir. Bu nedenle, kültürel mirası korurken toplumsal hassasiyetlere
saygılı, katılımcı ve çoğulcu bir yaklaşım benimsenmelidir. Gelecekte benzer
projelerde, sosyolojik analizlerin merkezde yer alması, yalnızca olası krizleri
önlemekle kalmaz; aynı zamanda toplumun kendini ifade etmesine ve ortak
değerlerde buluşmasına katkı sağlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder