"Barış, herkesin kendi diliyle
konuşabildiği, ama ortak vicdanla yaşayabildiği bir toplumda yeşerir."
Toplumlar
tarihsel süreç içinde etnik, kültürel ve dilsel çeşitlilikleriyle şekillenmiştir.
Bu çeşitlilik, bir yandan toplumsal zenginlik olarak görülürken, diğer yandan
eşitlikçi olmayan devlet politikaları nedeniyle ayrımcılık, asimilasyon ve
çatışmaların kaynağı hâline gelebilmektedir. Türkiye gibi çok dilli, çok
kimlikli toplumlarda barış içinde bir arada yaşamanın yolu, demokratik toplum
anlayışının kökleşmesiyle mümkündür. Bu bağlamda anadilde eğitim, dilsel
haklar, toplumsal bütünlük ve demokratik cumhuriyet anlayışı, birbirini
tamamlayan hayati unsurlar olarak karşımıza çıkar.
Toplumsal
barış, bireylerin ve toplumsal grupların kendilerini eşit ve güven içinde
hissettikleri bir toplumsal düzenin adıdır. Johan Galtung’un tanımıyla barış
yalnızca savaşın olmaması değil, aynı zamanda yapısal ve kültürel şiddetin de
ortadan kaldırılmasıdır (Galtung, 1969). Türkiye’de toplumsal barışın önündeki
en büyük engellerden biri, resmi ideolojinin farklılıkları bastırmaya yönelik
yaklaşımıdır. Özellikle Kürt, Alevi, Ermeni gibi grupların kültürel ve dilsel
taleplerinin yok sayılması, bu kesimlerin devletle olan ilişkilerini
zayıflatmış, zamanla güvensizlik duvarları örülmüştür.
Dil sadece bir
iletişim aracı değil, aynı zamanda bir kimlik taşıyıcısıdır. Berger ve
Luckmann’a (1966) göre dil, bireyin dünyayı anlamlandırdığı temel araçlardan
biridir. Bir bireyin kendi anadilinde düşünememesi, duygularını ve
düşüncelerini özgürce ifade edememesi, yalnızca bireysel değil toplumsal bir
travmadır. UNESCO, anadilin eğitimde kullanılmasının bilişsel gelişimi ve
kültürel süreklilik açısından vazgeçilmez olduğunu belirtir (UNESCO, 2003).
Türkiye’de ise uzun yıllar boyunca Türkçe dışındaki diller, özellikle de
Kürtçe, kamu alanından dışlanmış; bu durum yalnızca dilsel hakların ihlali
değil, aynı zamanda toplumsal dışlanmanın da bir aracı olmuştur.
Anadilde
eğitim, çoğunlukla “bölücülük” ile eş tutulsa da aslında eşit yurttaşlık
ilkesinin temelidir. Bir toplumda bazı grupların kendi anadilinde eğitim alma
hakkı yoksa, bu durum o grubun eşit vatandaş olarak görülmediğinin açık
göstergesidir. Sosyolog Will Kymlicka (1995), çokkültürlü toplumlarda kültürel
hakların korunmasını demokrasinin bir gereği olarak görür. Anadilde eğitimin
sağlanması, sadece bireysel hakları değil aynı zamanda toplumsal bütünlüğü de
güçlendirir. Çünkü dışlanan değil, tanınan ve onurlandırılan kimlikler
toplumsal aidiyet hissini artırır.
Modern
ulus-devletler, homojen bir ulus yaratma gayesiyle “tek dil, tek bayrak, tek
millet” politikaları benimsemişlerdir. Türkiye Cumhuriyeti’nin erken döneminde
de bu anlayış egemen olmuş, farklılıklar tehdit olarak görülmüştür. Ancak bu
yaklaşım, yüz yıl sonra dahi barışı sağlayamamış, tam aksine kırılgan bir
toplum yapısı üretmiştir. Oysa çağdaş sosyoloji, toplumsal bütünlüğün ancak
farklılıkların tanınarak, eşitlik temelinde bir arada yaşama kültürüyle
sağlanabileceğini savunur. Alain Touraine’in (1997) belirttiği gibi, gerçek
demokrasi ancak ötekinin tanınmasıyla mümkündür.
Klasik
cumhuriyet anlayışı, halk egemenliğine vurgu yapsa da pratikte bu egemenlik
çoğunluğun tahakkümüne dönüşebilmektedir. Demokratik cumhuriyet ise
çoğulculuğu, katılımı ve yerel demokrasiyi esas alır. Abdullah Öcalan’ın
önerdiği “demokratik cumhuriyet” modeli, etnik, dini ve kültürel farklılıkların
anayasal güvenceye alındığı; merkezden değil yerelden güçlenen bir yönetim anlayışını
savunur. Bu model, hem devletin baskıcı değil hizmetkâr bir pozisyonda olmasını
sağlar hem de toplumsal sorunların diyalog ve müzakereyle çözümünü mümkün
kılar. Demokrasinin gerçek anlamda işlediği bir toplumda kimlik çatışmaları
değil, kimlik dayanışmaları yaşanır.
Toplumsal
barış, yalnızca silahların susmasıyla değil, adaletin tesis edilmesiyle
sağlanabilir. Anadilde eğitim hakkı tanınmadan, dilsel ve kültürel farklılıklar
anayasal güvence altına alınmadan gerçek bir toplumsal barıştan söz edilemez. Demokratik
toplum, herkesin kendi kimliğiyle eşit yurttaş olarak yaşadığı bir düzendir. Bu
düzenin temel taşları ise anadilde eğitim, dilsel çoğulculuk, yerel demokrasi
ve çoğulcu bir anayasadır.
Toplumlar
barışı inşa ettikçe özgürleşir, özgürleştikçe çoğullaşır, çoğullaştıkça
insanlaşır.
Kaynakça:
1-Berger, P.
ve Luckmann, T. (1966). Gerçekliğin Sosyal İnşası. Penguin.
2-Galtung, J.
(1969). Şiddet, Barış ve Barış Araştırması. Barış Araştırması Dergisi.
3-Kymlicka, W.
(1995). Çok Kültürlü Vatandaşlık: Azınlık Haklarına İlişkin Liberal Bir Teori.
Oxford Üniversitesi Yayınları.
4-Touraine, A.
(1997). Birlikte yaşayabilir miyiz? Eşit ve farklı. Faydar.
5-UNESCO
(2003). Çok Dilli Bir Dünyada Eğitim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder