Bu Blogda Ara

27.5.25

Toplumsal Barışın Anahtarı: Anadilde Eğitim ve Demokratik Toplumun İnşası

"Barış, herkesin kendi diliyle konuşabildiği, ama ortak vicdanla yaşayabildiği bir toplumda yeşerir."

Toplumlar tarihsel süreç içinde etnik, kültürel ve dilsel çeşitlilikleriyle şekillenmiştir. Bu çeşitlilik, bir yandan toplumsal zenginlik olarak görülürken, diğer yandan eşitlikçi olmayan devlet politikaları nedeniyle ayrımcılık, asimilasyon ve çatışmaların kaynağı hâline gelebilmektedir. Türkiye gibi çok dilli, çok kimlikli toplumlarda barış içinde bir arada yaşamanın yolu, demokratik toplum anlayışının kökleşmesiyle mümkündür. Bu bağlamda anadilde eğitim, dilsel haklar, toplumsal bütünlük ve demokratik cumhuriyet anlayışı, birbirini tamamlayan hayati unsurlar olarak karşımıza çıkar.

Toplumsal barış, bireylerin ve toplumsal grupların kendilerini eşit ve güven içinde hissettikleri bir toplumsal düzenin adıdır. Johan Galtung’un tanımıyla barış yalnızca savaşın olmaması değil, aynı zamanda yapısal ve kültürel şiddetin de ortadan kaldırılmasıdır (Galtung, 1969). Türkiye’de toplumsal barışın önündeki en büyük engellerden biri, resmi ideolojinin farklılıkları bastırmaya yönelik yaklaşımıdır. Özellikle Kürt, Alevi, Ermeni gibi grupların kültürel ve dilsel taleplerinin yok sayılması, bu kesimlerin devletle olan ilişkilerini zayıflatmış, zamanla güvensizlik duvarları örülmüştür.

Dil sadece bir iletişim aracı değil, aynı zamanda bir kimlik taşıyıcısıdır. Berger ve Luckmann’a (1966) göre dil, bireyin dünyayı anlamlandırdığı temel araçlardan biridir. Bir bireyin kendi anadilinde düşünememesi, duygularını ve düşüncelerini özgürce ifade edememesi, yalnızca bireysel değil toplumsal bir travmadır. UNESCO, anadilin eğitimde kullanılmasının bilişsel gelişimi ve kültürel süreklilik açısından vazgeçilmez olduğunu belirtir (UNESCO, 2003). Türkiye’de ise uzun yıllar boyunca Türkçe dışındaki diller, özellikle de Kürtçe, kamu alanından dışlanmış; bu durum yalnızca dilsel hakların ihlali değil, aynı zamanda toplumsal dışlanmanın da bir aracı olmuştur.

Anadilde eğitim, çoğunlukla “bölücülük” ile eş tutulsa da aslında eşit yurttaşlık ilkesinin temelidir. Bir toplumda bazı grupların kendi anadilinde eğitim alma hakkı yoksa, bu durum o grubun eşit vatandaş olarak görülmediğinin açık göstergesidir. Sosyolog Will Kymlicka (1995), çokkültürlü toplumlarda kültürel hakların korunmasını demokrasinin bir gereği olarak görür. Anadilde eğitimin sağlanması, sadece bireysel hakları değil aynı zamanda toplumsal bütünlüğü de güçlendirir. Çünkü dışlanan değil, tanınan ve onurlandırılan kimlikler toplumsal aidiyet hissini artırır.

Modern ulus-devletler, homojen bir ulus yaratma gayesiyle “tek dil, tek bayrak, tek millet” politikaları benimsemişlerdir. Türkiye Cumhuriyeti’nin erken döneminde de bu anlayış egemen olmuş, farklılıklar tehdit olarak görülmüştür. Ancak bu yaklaşım, yüz yıl sonra dahi barışı sağlayamamış, tam aksine kırılgan bir toplum yapısı üretmiştir. Oysa çağdaş sosyoloji, toplumsal bütünlüğün ancak farklılıkların tanınarak, eşitlik temelinde bir arada yaşama kültürüyle sağlanabileceğini savunur. Alain Touraine’in (1997) belirttiği gibi, gerçek demokrasi ancak ötekinin tanınmasıyla mümkündür.

Klasik cumhuriyet anlayışı, halk egemenliğine vurgu yapsa da pratikte bu egemenlik çoğunluğun tahakkümüne dönüşebilmektedir. Demokratik cumhuriyet ise çoğulculuğu, katılımı ve yerel demokrasiyi esas alır. Abdullah Öcalan’ın önerdiği “demokratik cumhuriyet” modeli, etnik, dini ve kültürel farklılıkların anayasal güvenceye alındığı; merkezden değil yerelden güçlenen bir yönetim anlayışını savunur. Bu model, hem devletin baskıcı değil hizmetkâr bir pozisyonda olmasını sağlar hem de toplumsal sorunların diyalog ve müzakereyle çözümünü mümkün kılar. Demokrasinin gerçek anlamda işlediği bir toplumda kimlik çatışmaları değil, kimlik dayanışmaları yaşanır.

Toplumsal barış, yalnızca silahların susmasıyla değil, adaletin tesis edilmesiyle sağlanabilir. Anadilde eğitim hakkı tanınmadan, dilsel ve kültürel farklılıklar anayasal güvence altına alınmadan gerçek bir toplumsal barıştan söz edilemez. Demokratik toplum, herkesin kendi kimliğiyle eşit yurttaş olarak yaşadığı bir düzendir. Bu düzenin temel taşları ise anadilde eğitim, dilsel çoğulculuk, yerel demokrasi ve çoğulcu bir anayasadır.

Toplumlar barışı inşa ettikçe özgürleşir, özgürleştikçe çoğullaşır, çoğullaştıkça insanlaşır.

Kaynakça:

1-Berger, P. ve Luckmann, T. (1966). Gerçekliğin Sosyal İnşası. Penguin.

2-Galtung, J. (1969). Şiddet, Barış ve Barış Araştırması. Barış Araştırması Dergisi.

3-Kymlicka, W. (1995). Çok Kültürlü Vatandaşlık: Azınlık Haklarına İlişkin Liberal Bir Teori. Oxford Üniversitesi Yayınları.

4-Touraine, A. (1997). Birlikte yaşayabilir miyiz? Eşit ve farklı. Faydar.

5-UNESCO (2003). Çok Dilli Bir Dünyada Eğitim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder