Bu Blogda Ara

12.6.25

12 Haziran Çalışan Çocuklar Günü

                                                                                “Çocukların emeği değil, gülüşü büyütmeli hayatı.”

Her yıl 12 Haziran'da dünya genelinde "Çocuk İşçiliğiyle Mücadele Günü" olarak anılan bu özel gün, görünmeyen milyonlarca çocuğun emeğini, hayallerini ve çocukluklarını hatırlamak için bir vesile sunuyor. Türkiye'de resmi verilere göre yaklaşık 1.3 milyon çocuk çalışıyor. Ancak bu sayı yalnızca kayıt altına alınabilmişleri kapsıyor. Kayıt dışı çalışan çocuklar, özellikle sokakta, tarımda, ev işlerinde ya da küçük atölyelerde hiçbir denetime tabi olmadan emek sömürüsüne maruz kalıyor. Gerçek sayının bunun en az iki katı olduğu tahmin ediliyor.

Çocuk işçiliği, sadece ekonomik değil, aynı zamanda derin bir sosyolojik problemdir. Bu çocuklar yalnızca yoksulluğun kurbanı değil; aynı zamanda eğitim sisteminin yetersizliklerinin, sosyal adaletsizliğin, göçün, savaşın, aile içi kırılmaların ve neoliberal politikaların sonuçlarıdır.

Pierre Bourdieu’nün kavramsallaştırdığı “habitus” çerçevesinden bakıldığında, çocuk işçiler çoğu zaman doğdukları sosyal çevre ve sınıfsal konum nedeniyle çalışmaya zorlanır. Ailede nesiller boyu süren yoksulluk, eğitimsizlik ve devlet desteğinden yoksunluk, çocukları da erken yaşta emeğiyle var olmaya zorlar. Çocukluk, bu sınıfsal döngüde bir ayrıcalık hâline gelir. Özellikle mevsimlik tarım işçiliği, küçük sanayi atölyeleri ve sokak satıcılığı, çocuk işçiliğinin en yaygın alanlarını oluşturur.

Bir başka önemli nokta ise kırsaldan kente göç eden yoksul ailelerin çocuklarıdır. Kentin çeperlerinde tutunamayan bu çocuklar, eğitim sisteminden dışlanarak “çalışan çocuk” haline gelir. Eğitim hakkı, bu çocuklar için kâğıt üzerinde kalan bir ayrıcalıktır. Çünkü onlar için okul bir lüks, çalışmak ise hayatta kalmanın tek yoludur.

Çocuk işçiliği, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin açık ihlalidir. Sözleşmenin 32. maddesi, çocukların ekonomik sömürüye karşı korunma hakkını tanımlar. Türkiye bu sözleşmeye taraf olmasına rağmen, uygulama konusunda ciddi eksiklikler yaşamaktadır.

Ayrıca, ILO’nun 138 ve 182 Nolu Sözleşmeleri de çocuk işçiliğini yasaklamış ve özellikle tehlikeli işlerde çalışan çocukların derhal bu işlerden çekilmesini öngörmüştür. Ancak denetim yetersizliği, siyasi irade eksikliği ve toplumsal duyarsızlık, çocuk işçiliğinin kronikleşmesine neden olmaktadır.

Türkiye’de birçok aile, çocukların çalışmasını bir tür “yardım”, “sorumluluk” ya da “hayata erken atılma” olarak normalleştirmektedir. Bu durum, aslında çocuğun bir birey olarak hak sahibi olduğunu reddeden otoriter ve mülkiyetçi çocuk anlayışının bir sonucudur. Medya ise çocuk işçiliğini çoğu zaman “duygu sömürüsüne dayalı nostaljik hikâyelerle” sunarak sorunun yapısal nedenlerini perdelemektedir.

Ne Yapmalı?

Eğitime erişimin ücretsiz ve nitelikli hale getirilmesi,

Ailelere doğrudan sosyal yardım ve istihdam desteği sağlanması,

Çocuk işçiliğinin yoğun olduğu sektörlerde etkili denetimlerin artırılması,

Çocuk hakları konusunda eğitimlerin yaygınlaştırılması,

Ve en önemlisi, çocukları “ucuz iş gücü” olarak gören sistemin dönüşmesi gerekir.

Çünkü bir çocuğun çalışması değil, oynaması, öğrenmesi, hayal kurması gerekir. 12 Haziran, yalnızca bir farkındalık günü değil; aynı zamanda çocuk emeğinin sömürüsüne karşı güçlü bir toplumsal vicdan çağrısı olmalıdır.

Zamanında oynamamış, kitapla büyümemiş, eline kalem değil çekiç verilmiş bir çocuk, büyüdüğünde topluma ne kazandırabilir? Çocuk işçiliği, sadece bugünün değil, geleceğin de en büyük kaybıdır. Her çalışan çocuk, toplumun elinden kaçırdığı bir potansiyel, bastırılmış bir düş ve eksik kalan bir hikâyedir.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder