“Ayşe Şan, anadiline ağıt yakarken halkına
umut bırakan bir sestir.”
Ayşe Şan,
yalnızca bir sanatçı değil, aynı zamanda Kürt halkının sesi, hafızası ve
direnişidir. 18 Haziran 1996’da hayata veda eden Ayşe Şan’ın naaşı, ölümünden
29 yıl sonra vasiyeti üzerine Diyarbakır’a getirilerek toprağa verildi. Bu geç
gelen vedayla birlikte, onun Kürt kültürü ve tarihindeki önemi bir kez daha
gündeme geldi. Zira Ayşe Şan, sadece dengbêjlik geleneğini modern sahnelere
taşıyan bir sanatçı değil, aynı zamanda anadiline ve halkına olan bağlılığıyla
kolektif Kürt bilincinin güçlü bir taşıyıcısıdır.
1938 yılında
Diyarbakır’da doğan Ayşe Şan, dengbêj bir baba olan Mihemedê Şan'ın kızıdır.
Henüz çocuk yaşta, babasının dengbêjlik geleneğinden etkilenerek müziğe ilgi
duymaya başlamış, onun izinden giderek sözlü Kürt kültürünün zengin bir
temsilcisi haline gelmiştir.
Ancak onun
yaşamı sadece müzikten ibaret değildir. Politik baskılar, sürgünler, ekonomik
sıkıntılar ve aile trajedileri, onun kişisel tarihinde derin izler bırakmıştır.
Annesini çok küçük yaşta kaybeden Ayşe Şan, genç yaşında evlendirildi, daha
sonra kocasından ayrıldı. Biricik kızı “Canê”yi kaybettiğinde söylediği ağıt,
Kürt halkının ortak yas hafızasında yer edinmiştir:
“Canê min canê, keça min canê…”
Bu ağıt,
sadece bir annenin yasını değil, Kürt halkının kayıplarının da sembolüdür.
Ayşe Şan’ın
Kürt müziğindeki önemi, onun geleneksel dengbêjlik ile modern yorumculuk
arasında bir köprü kurmasından kaynaklanır. 1960’lı yıllarda İstanbul ve
Almanya’da yaptığı plak çalışmaları, Kürtçe müziği hem diaspora hem de yasaklı
coğrafyalarda yeniden üreten bir araç haline getirmiştir. Özellikle “Xerîbim
Dayê”, “Ey Dilberê”, “Le Dayê” gibi parçaları, halk arasında anonimleşmiş ve
kolektif duyguların tercümanı olmuştur.
O, kadın bir
dengbêj olarak, erkek egemen sözlü kültür ortamında sesini duyurabilmiş nadir
figürlerdendir. Sadece sesiyle değil, duruşuyla da Kürt kadınının mücadeleci
kimliğini temsil eder.
Ayşe Şan'ın
hayatı boyunca yaşadığı politik baskılar, Kürtçe söyleme yasağı ve ekonomik
zorluklar, onun Diyarbakır’dan Almanya’ya, oradan İstanbul’a, sonra tekrar
sürgün hayatına sürüklenmesine neden olmuştur. Almanya’da bir süre çalışmış,
ama hiçbir zaman yurdundan kopamamıştır. 1990’lı yıllarda kanserle mücadele
ederken, hayattayken de defnedilmek istediği topraklara, yani Diyarbakır’a
dönememiştir.
Ölümünden
sonra İzmir’de defnedilen Ayşe Şan’ın vasiyeti, 2025 yılında yerine getirildi
ve naaşı Diyarbakır’a taşındı. Bu geç kalmış vefa, aynı zamanda Kürt toplumunun
belleğiyle yüzleşmesidir.
Ayşe Şan’ın
Kürt tarihinde ve kültüründeki yeri, sadece bir sanatçı kimliğiyle değil, aynı
zamanda bir direniş ve hafıza taşıyıcısı olarak şekillenmiştir. Onun
eserlerinde kadınlık, sürgün, yoksulluk, ana dil ve vatan gibi temalar iç içe
geçer. Her şarkısı, Kürt halkının yaşadığı acıların bir yankısıdır. Bu nedenle
Ayşe Şan, sadece müzikal değil, aynı zamanda sosyolojik bir figürdür.
Onun müziği;
Asimilasyon
politikalarına karşı bir kültürel direnç,
Kürt kadınının
görünürlüğü için bir alan açma,
Modernleşme ile gelenek arasında bir denge kurma çabasıdır.
Ayşe
Şan’ın naaşının 29 yıl sonra Diyarbakır’a getirilmesi, sadece bir mezar taşı
değil, aynı zamanda bir hafıza taşının yerine konulmasıdır. Çünkü o, yaşarken
yurdundan uzak bırakıldı; ancak halkının yüreğinde hep yakın kaldı. Onun
hikâyesi, bugün de sürgünde yaşayan, anadilinde şarkı söyleyemeyen milyonlarca
insan için bir örnek, bir ilhamdır.
Ayşe
Şan, Kürt müziğinin ve kültürünün "altın sesi" olmaktan öte, Kürt
halkının anlatılmayan hikâyelerinin sesidir. Onun sesi, şimdi Diyarbakır
toprağında, ama halkının kalbinde yaşamaya devam ediyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder