Bu Blogda Ara

23.6.25

Dengbêjliğin Kadın Nefesi: Ayşe Şan

“Ayşe Şan, anadiline ağıt yakarken halkına umut bırakan bir sestir.”

Ayşe Şan, yalnızca bir sanatçı değil, aynı zamanda Kürt halkının sesi, hafızası ve direnişidir. 18 Haziran 1996’da hayata veda eden Ayşe Şan’ın naaşı, ölümünden 29 yıl sonra vasiyeti üzerine Diyarbakır’a getirilerek toprağa verildi. Bu geç gelen vedayla birlikte, onun Kürt kültürü ve tarihindeki önemi bir kez daha gündeme geldi. Zira Ayşe Şan, sadece dengbêjlik geleneğini modern sahnelere taşıyan bir sanatçı değil, aynı zamanda anadiline ve halkına olan bağlılığıyla kolektif Kürt bilincinin güçlü bir taşıyıcısıdır.

1938 yılında Diyarbakır’da doğan Ayşe Şan, dengbêj bir baba olan Mihemedê Şan'ın kızıdır. Henüz çocuk yaşta, babasının dengbêjlik geleneğinden etkilenerek müziğe ilgi duymaya başlamış, onun izinden giderek sözlü Kürt kültürünün zengin bir temsilcisi haline gelmiştir.

Ancak onun yaşamı sadece müzikten ibaret değildir. Politik baskılar, sürgünler, ekonomik sıkıntılar ve aile trajedileri, onun kişisel tarihinde derin izler bırakmıştır. Annesini çok küçük yaşta kaybeden Ayşe Şan, genç yaşında evlendirildi, daha sonra kocasından ayrıldı. Biricik kızı “Canê”yi kaybettiğinde söylediği ağıt, Kürt halkının ortak yas hafızasında yer edinmiştir:

 “Canê min canê, keça min canê…”

Bu ağıt, sadece bir annenin yasını değil, Kürt halkının kayıplarının da sembolüdür.

Ayşe Şan’ın Kürt müziğindeki önemi, onun geleneksel dengbêjlik ile modern yorumculuk arasında bir köprü kurmasından kaynaklanır. 1960’lı yıllarda İstanbul ve Almanya’da yaptığı plak çalışmaları, Kürtçe müziği hem diaspora hem de yasaklı coğrafyalarda yeniden üreten bir araç haline getirmiştir. Özellikle “Xerîbim Dayê”, “Ey Dilberê”, “Le Dayê” gibi parçaları, halk arasında anonimleşmiş ve kolektif duyguların tercümanı olmuştur.

O, kadın bir dengbêj olarak, erkek egemen sözlü kültür ortamında sesini duyurabilmiş nadir figürlerdendir. Sadece sesiyle değil, duruşuyla da Kürt kadınının mücadeleci kimliğini temsil eder.

Ayşe Şan'ın hayatı boyunca yaşadığı politik baskılar, Kürtçe söyleme yasağı ve ekonomik zorluklar, onun Diyarbakır’dan Almanya’ya, oradan İstanbul’a, sonra tekrar sürgün hayatına sürüklenmesine neden olmuştur. Almanya’da bir süre çalışmış, ama hiçbir zaman yurdundan kopamamıştır. 1990’lı yıllarda kanserle mücadele ederken, hayattayken de defnedilmek istediği topraklara, yani Diyarbakır’a dönememiştir.

Ölümünden sonra İzmir’de defnedilen Ayşe Şan’ın vasiyeti, 2025 yılında yerine getirildi ve naaşı Diyarbakır’a taşındı. Bu geç kalmış vefa, aynı zamanda Kürt toplumunun belleğiyle yüzleşmesidir.

Ayşe Şan’ın Kürt tarihinde ve kültüründeki yeri, sadece bir sanatçı kimliğiyle değil, aynı zamanda bir direniş ve hafıza taşıyıcısı olarak şekillenmiştir. Onun eserlerinde kadınlık, sürgün, yoksulluk, ana dil ve vatan gibi temalar iç içe geçer. Her şarkısı, Kürt halkının yaşadığı acıların bir yankısıdır. Bu nedenle Ayşe Şan, sadece müzikal değil, aynı zamanda sosyolojik bir figürdür.

Onun müziği;

Asimilasyon politikalarına karşı bir kültürel direnç,

Kürt kadınının görünürlüğü için bir alan açma,

Modernleşme ile gelenek arasında bir denge kurma çabasıdır.

Ayşe Şan’ın naaşının 29 yıl sonra Diyarbakır’a getirilmesi, sadece bir mezar taşı değil, aynı zamanda bir hafıza taşının yerine konulmasıdır. Çünkü o, yaşarken yurdundan uzak bırakıldı; ancak halkının yüreğinde hep yakın kaldı. Onun hikâyesi, bugün de sürgünde yaşayan, anadilinde şarkı söyleyemeyen milyonlarca insan için bir örnek, bir ilhamdır.

Ayşe Şan, Kürt müziğinin ve kültürünün "altın sesi" olmaktan öte, Kürt halkının anlatılmayan hikâyelerinin sesidir. Onun sesi, şimdi Diyarbakır toprağında, ama halkının kalbinde yaşamaya devam ediyor.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder