“Diyarbakır’ın çocukları uyuşturucuyla
değil, umutla büyümeliydi.”
Diyarbakır,
tarih boyunca Mezopotamya'nın en önemli kültür ve medeniyet merkezlerinden biri
olmuş, zengin tarihi ve çok katmanlı sosyal yapısıyla dikkat çeken bir kenttir.
Ancak uzun yıllardır süren politik istikrarsızlık, güvenlik merkezli
yaklaşımlar ve kalkınma politikalarındaki eşitsizlik, kentte kronikleşen birçok
sosyal sorunu da beraberinde getirmiştir. Son dönem anket verilerine göre
Diyarbakır halkının en çok şikayet ettiği sorunlar arasında uyuşturucu
kullanımı (%38,3), işsizlik (%26,1), konut problemi (%19,8) ve ulaşım
yetersizliği (%15,8) öne çıkmaktadır. Bu çalışma, söz konusu sorunları
sosyolojik perspektifle değerlendirerek yapısal nedenleri ve çözüm yolları
üzerine odaklanmaktadır.
Diyarbakır'da
uyuşturucu kullanımının toplum tarafından en büyük sorun olarak görülmesi,
yalnızca bireysel davranışlar değil, geniş yapısal çöküşlerin bir işaretidir.
Özellikle 1990’lı yıllarda yaşanan zorunlu göç dalgaları sonrası kentteki
demografik yapı hızla değişmiş, yoksulluk oranı artmış ve kent çeperinde
sosyoekonomik açıdan kırılgan mahalleler oluşmuştur. Bu mahallelerde sosyal
denetimin zayıflaması, eğitim olanaklarının kısıtlılığı ve genç işsizliğinin
yaygınlığı, madde bağımlılığına uygun bir zemin yaratmıştır.
Sosyolog Emile
Durkheim’in “Anomi” kavramı, bu durumu açıklamak için işlevseldir. Toplumsal
normların zayıfladığı, bireyin kendisini toplumla ilişkili hissedemediği
durumlarda sapma davranışları artar. Diyarbakır’da özellikle gençlerin eğitim
ve istihdam olanaklarından uzak kalması, aidiyet duygusunun zedelenmesi ve
kimlik boşluğu içinde kalmaları, madde kullanımını artıran temel faktörler
arasındadır.
İşsizlik,
Türkiye genelinde ciddi bir sorun olmakla birlikte Diyarbakır gibi Kürt nüfusun
yoğun yaşadığı kentlerde çok daha yakıcı boyutlara ulaşmaktadır. Türkiye
İstatistik Kurumu (TÜİK) verileri, Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde genç
işsizliğinin ülke ortalamasının üzerinde olduğunu göstermektedir. Bu tablo, hem
özel sektör yatırımlarının yetersizliğiyle hem de merkezi yönetimin bölgeye
yönelik geliştirdiği politikaların kapsayıcı olmamasıyla ilişkilidir.
Pierre
Bourdieu'nun "sosyal sermaye" kavramı bu noktada önemlidir.
Diyarbakır'daki gençlerin büyük bir bölümü iş bulmak için gerekli ağlara
(network) ve sembolik sermayeye (diploma, referans, deneyim) sahip değildir
(Bourdieu, 1986). Bu da onları kalıcı işsizlik, geçici ve güvencesiz işler, ya
da göç gibi yollarla çözüm aramaya iter. İşsizliğin yaygın olduğu yerlerde ise
toplumsal güven azalır, umutsuzluk ve şiddet eğilimi artar.
Konut sorunu,
Diyarbakır gibi hızlı göç alan kentlerde yapısal bir hal almıştır. Devletin
sosyal konut politikalarının yetersiz kalması, özel sektörün yalnızca orta ve
üst sınıfa hitap eden projeler üretmesi, düşük gelirli vatandaşları sağlıksız,
güvencesiz ve çarpık yapılaşmış alanlara itmiştir. Bu durum mekânsal
adaletsizlik doğurmuş; kentsel hizmetlere erişim açısından ciddi bir eşitsizlik
yaratmıştır.
David
Harvey'nin "kent hakkı" kavramı, bireyin yaşadığı şehirde barınma,
ulaşım, yeşil alan ve güvenlik gibi temel ihtiyaçlara eşit erişim hakkını
savunur. Diyarbakır’da özellikle Sur, Bağlar ve Kayapınar gibi ilçelerde
görülen konut sorunları, bu hakkın ihlal edildiğini ve mekânsal ayrışmanın
derinleştiğini göstermektedir.
Ulaşım, bir
bireyin kentle kurduğu fiziksel ve sembolik bağın temelidir. Ancak
Diyarbakır’da şehir içi ulaşım ağı hem yetersiz hem de düzensizdir. Toplu
taşıma sayısının azlığı, belli saatlerde aşırı yoğunluk yaşanması ve kent
çeperine ulaşımın zor olması, özellikle öğrenciler, kadınlar, yaşlılar ve
engelliler için ciddi bir dezavantaj yaratmaktadır.
Bu durum,
Henri Lefebvre’in "mekânın üretimi" yaklaşımıyla açıklanabilir.
Kentteki mekânlar, sınıfsal ve politik güç ilişkileri üzerinden biçimlenir.
Ulaşım imkânları yetersiz olan bölgelerde yaşayan insanlar, kentin merkezindeki
fırsatlara (eğitim, kültür, istihdam) erişemedikçe kentle bağları kopmakta ve
"kentli" kimliklerini kurmakta zorlanmaktadırlar.
Diyarbakır’da
halkın en çok şikâyetçi olduğu bu dört sorun (uyuşturucu, işsizlik, konut ve
ulaşım), bireysel tercihlerden ziyade yapısal koşullarla şekillenmektedir. Bu
sorunların çözümü için öneriler şunlardır:
Uyuşturucu
ile mücadele, yalnızca kolluk kuvvetleriyle değil, eğitim, istihdam ve
psikososyal destek temelli bütüncül programlarla yürütülmelidir.
İstihdam
politikaları, yerel kalkınma eksenli olmalı; gençlere ve kadınlara yönelik
meslek edindirme programları artırılmalıdır.
Konut
politikalarında, sosyal konut projeleri genişletilmeli; alt gelir gruplarına
yönelik kira desteği ve barınma garantisi sağlanmalıdır.
Ulaşım
sistemleri, kent içi entegrasyonu güçlendirecek şekilde yeniden planlanmalı;
çevre dostu, erişilebilir ve sık seferli toplu taşıma projeleri hayata
geçirilmelidir.
Toplumsal
sorunların çözümü için sadece teknik müdahaleler yeterli değildir; aynı zamanda
kent sakinlerinin karar alma süreçlerine katılımını sağlayacak demokratik ve
şeffaf bir yönetim anlayışına ihtiyaç vardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder