"Eğitim, zihinleri zincirleyen bir
ideoloji değil, özgürleştiren bir bilim olmalıdır."
Eğitim, bir
toplumun geleceğini şekillendiren en temel unsurlardan biridir. Ancak bu süreç,
genellikle salt bilgi aktarımı olarak değil, aynı zamanda bireylerin düşünce
yapısını, değerlerini ve dünya görüşünü etkileyen bir araç olarak da görülür.
Türkiye’de eğitim sistemi, kuruluşundan bu yana farklı dönemlerde ideolojik
yaklaşımların gölgesinde şekillenmiş ve bu durum, pedagojik esasların ikinci
planda kalmasına neden olmuştur. Oysa eğitim, ideolojik bir mücadele alanı
olmaktan ziyade, bireyin bilişsel, duygusal ve sosyal gelişimini merkeze alan
pedagojik bir süreç olarak ele alınmalıdır.
Türkiye’de
eğitim sisteminin ideolojik bir araç olarak kullanılması, Cumhuriyetin ilk
yıllarına kadar uzanır. Yeni bir ulus-devlet inşa etme hedefiyle, eğitim
politikaları genellikle belirli bir ideolojik çerçeveyi topluma benimsetme
amacı taşımıştır. Tek parti döneminde, Kemalizm’in temel ilkeleri eğitim
müfredatına hâkim olmuş; sonraki yıllarda ise farklı siyasi iktidarlar, kendi
dünya görüşlerini eğitim sistemine entegre etmeye çalışmıştır. 1980 darbesi
sonrası müfredatta yer alan milliyetçi ve muhafazakâr vurgular, 2000’li
yıllarda ise dinî unsurların daha fazla ön plana çıkması, bu ideolojik
dalgalanmaların örneklerindendir.
Bu süreçte,
eğitim sisteminin temel amacı olan bireyin potansiyelini ortaya çıkarma hedefi,
çoğu zaman arka planda kalmıştır. Ders kitaplarındaki içeriklerin siyasi
konjonktüre göre şekillenmesi, öğretmenlerin yetiştirilme süreçlerinde
ideolojik önceliklerin öne çıkması ve sınav sistemlerinin bireyi değil, sistemi
merkeze alması, Türk eğitim sisteminin pedagojik esaslardan uzaklaştığını
göstermektedir.
Pedagoji,
bireyin öğrenme sürecini bilimsel ve sistematik bir şekilde ele alır. Bu
yaklaşım, öğrencinin yaşına, ilgi alanlarına, bilişsel kapasitesine ve
toplumsal ihtiyaçlarına göre eğitimi şekillendirmeyi hedefler. İdeolojik bir
yaklaşım ise eğitimi bir “doğrulama” aracı olarak görür; belirli bir düşünceyi
empoze etmeye çalışır ve eleştirel düşünceyi değil, itaati teşvik eder. Oysa
modern dünyada başarılı eğitim sistemleri, Finlandiya örneğinde olduğu gibi,
bireysel gelişimi ve yaratıcılığı merkeze alan pedagojik modellere dayanır.
Pedagojik bir
eğitim sistemi, ideolojik dayatmalardan arınmış bir müfredat, öğretmenlerin
özgürce ders işleyebileceği bir ortam ve öğrencilerin sorgulama yeteneğini
geliştiren yöntemler gerektirir. Bu, yalnızca akademik başarıyı değil, aynı
zamanda demokratik bir toplumun temel taşları olan eleştirel düşünce ve empati
gibi değerleri de güçlendirir.
Türk
eğitim sisteminin ideolojik etkilerden arınarak pedagojik bir çerçeveye
kavuşması için bazı adımlar atılabilir:
Siyasi
iktidarların müfredat üzerindeki etkisini azaltmak için, eğitim uzmanları,
pedagoglar ve akademisyenlerden oluşan bağımsız bir komisyon oluşturulabilir.
Öğretmenler,
ideolojik bir misyonun taşıyıcısı olmaktan ziyade, pedagojik yöntemlerle
donatılmış profesyoneller olarak yetiştirilmelidir.
Eğitim
sistemi, sınav odaklı bir yapının ötesine geçerek öğrencilerin bireysel
yeteneklerini keşfetmelerine olanak tanımalıdır.
Ders
içerikleri, tek bir doğruyu dayatmak yerine, farklı perspektifleri tartışmaya
açan bir yaklaşımla tasarlanmalıdır.
Türk
eğitim sistemi, yıllardır ideolojik yaklaşımların etkisi altında kalmış ve bu
durum, eğitimin asıl amacı olan bireysel ve toplumsal gelişimi gölgelemiştir.
Eğitime pedagojik bir perspektiften yaklaşmak, yalnızca daha nitelikli bireyler
yetiştirmekle kalmaz, aynı zamanda Türkiye’yi daha demokratik, yaratıcı ve
üretken bir toplum haline getirebilir. Bu dönüşüm, uzun vadeli bir vizyon ve
siyasi iradenin ötesinde bir ortak akıl gerektirir. Eğitim, bir ideolojinin
değil, insanlığın hizmetinde olmalıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder