"Eğitim yalnızca okulda değil, en çok
da evde başlar; aile ilgisizse, okul çaresiz kalır."
Günümüzde
giderek artan bir sorun haline gelen öğrencilerin eğitimden uzaklaşması,
yalnızca bireysel değil, aynı zamanda yapısal ve toplumsal boyutları olan ciddi
bir krizdir. Eğitimden kopuş; okul terkleri, devamsızlıklar, akademik
başarısızlıklar, motivasyon kaybı ve geleceğe dair umutsuzluk biçiminde kendini
göstermektedir. Bu durum yalnızca çocukların değil, toplumun genel yapısının
sarsılmasına yol açmaktadır. Çünkü eğitim, bir toplumun kendini yeniden üretme,
toplumsal eşitliği sağlama ve geleceğini inşa etme aracıdır. Eğitimden kopuş,
aynı zamanda sosyal dışlanma, yoksulluk ve suçla iç içe geçmiş bir döngünün de
tetikleyicisidir.
Bu
toplumsal krizde birçok etken rol oynamaktadır: yoksulluk, eşitsizlik, eğitim
sistemindeki yapısal sorunlar, öğretmenlerin değersizleştirilmesi, fırsat
eşitsizlikleri ve teknolojik bağımlılıklar. Ancak çoğu zaman göz ardı edilen ya
da yeterince sorgulanmayan önemli bir unsur da ailelerin bu süreçteki
sorumluluğudur.
Birçok aile,
eğitimi yalnızca çocuğun bireysel bir görevi olarak görmektedir. “Okula gitmek
senin işin” ya da “Ben zamanında okusaydım şimdi bu durumda olmazdım” gibi
ifadelerle çocuklar, tek başına sorumlu tutulmakta; aile, sürecin dışında
kalmaktadır. Oysa çocuk, bireysel değil toplumsal bir varlıktır ve öğrenme
süreci ailede başlar. Anne babaların eğitime dair yaklaşımı, çocukların
öğrenmeye dair tutumlarını doğrudan etkiler. Eğitimi değersizleştiren,
öğretmeni küçümseyen ya da sadece sınav başarısına odaklanan aile tutumları,
çocuklarda öğrenme isteğini öldürmektedir.
Aileler
bazen çocuklarını tamamen ihmal ederken, bazen de aşırı baskı ve denetimle
eğitime yön vermeye çalışmaktadır. Ne ilgisizlik ne de aşırı kontrol sağlıklı
sonuçlar doğurur. Aile içindeki şiddet, ilgisizlik, aşırı beklenti, çatışmalı
ilişkiler ve ekonomik sıkıntılar çocukların okula olan ilgisini azaltmakta,
onları ya içine kapanmaya ya da okuldan tamamen uzaklaşmaya yöneltmektedir.
Toplum olarak
sıklıkla öğretmenleri ve okulları eleştirirken, evde sağlıklı bir eğitim iklimi
oluşturmak için yeterince çaba harcamıyoruz. Oysa eğitimin başarısı,
aile-okul-çocuk üçgenindeki uyuma bağlıdır. Aileler sadece maddi destek
sunmakla değil, çocuğun duygusal ve zihinsel gelişimini desteklemekle de
sorumludur. Kitap okunmayan, tartışılmayan, soruların küçümsendiği, çocuğun
görüşlerinin dikkate alınmadığı bir ev ortamında eğitime karşı ilgi ve merak
gelişemez.
Bu
krizi aşmak için öncelikle ailelerin eğitime dair bakış açılarını değiştirmesi
gerekir. Bunun için:
Aileler,
çocuklarının sadece akademik başarısını değil, gelişim süreçlerini de takip
etmelidir.
Aile içi
iletişim güçlendirilmelidir. Çocuk dinlenmeli, anlaşılmalı, sorgulayan bir
birey olarak desteklenmelidir.
Okul-aile iş
birliği aktif hale getirilmelidir. Aileler, öğretmenlerle düzenli temas
kurmalı, çocuğun okul yaşamına katılmalıdır.
Ailelere
yönelik rehberlik hizmetleri yaygınlaştırılmalı, özellikle dezavantajlı
bölgelerde anne-baba eğitimi desteklenmelidir.
Devlet
politikaları, eğitimi sadece bireyin değil, toplumun ortak değeri olarak ele
almalı ve ailelerin bu sürece katılımını teşvik etmelidir.
Eğitimden
uzaklaşma, bireysel bir sorun değil, toplumsal bir yaradır. Bu yarayı sadece
öğretmenlerle ya da öğrencilerle tedavi etmek mümkün değildir. Aileler, bu
sürecin merkezinde yer almalı; çocuklarına sadece “başarılı ol” değil,
“öğrenmek güzeldir, birlikte keşfedelim” diyebilmelidir. Toplum, çocuklarını
ihmal ettikçe, kendi geleceğini de karanlığa itmiş olur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder