Bu Blogda Ara

22.7.25

Anadilde Eğitim İçin Barış Müfredatı Şart

“Anadilde eğitim, bir halkın kendini ifade etme hakkı değil; var olma hakkıdır.”

Türkiye’nin çok kültürlü, çok dilli ve çok kimlikli toplumsal yapısı, yıllardır görmezden gelinen bir gerçeği gün yüzüne çıkarmaya devam ediyor: Anadilde eğitim, sadece pedagojik bir tercih değil; siyasal, kültürel ve insani bir zorunluluktur. Eğitim Sen Genel Sekreteri Zülküf Güneş’in yakın zamanda yaptığı açıklamada dikkat çektiği gibi, anadilde eğitimin önündeki yapısal engellerin kaldırılması için kapsamlı bir zihniyet dönüşümüne ihtiyaç var. Bu dönüşümün adı ise, Güneş’in ifadesiyle “barış müfredatı”dır.

Anadilinde eğitim, dünya genelinde insan hakları hukukunun ve demokratik toplumsal düzenin temel taşlarından biri olarak kabul edilir. Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları, UNESCO’nun eğitimde çeşitlilik ilkeleri gibi birçok uluslararası belge, her çocuğun kendi anadilinde eğitim almasını bir hak olarak tanımlar.

Ancak Türkiye'de bu hak, özellikle Kürtler başta olmak üzere farklı etnik kimliklerden yurttaşlar için hâlâ anayasal ve yasal düzeyde güvenceye kavuşturulmuş değildir. Mevcut sistem, Türkçe dışında bir dili eğitim dili olarak tanımadığı için, milyonlarca çocuk eğitim hayatına dezavantajlı başlamaktadır. Bu durum, sadece akademik başarıyı değil, kimlik inşasını, özgüveni ve sosyal uyumu da doğrudan etkilemektedir.

Barış müfredatı, yalnızca müfredat içeriğinin reforme edilmesini değil, aynı zamanda eğitim sisteminin ideolojik kodlarının yeniden yazılmasını öngörür. Bu yaklaşım, yıllardır egemen olan inkârcı ve tekçi anlayışın yerine, çoğulcu ve kapsayıcı bir eğitim felsefesi inşa etmeyi amaçlar.

Barış müfredatı; farklı kimliklerin ve dillerin zenginlik olarak görülmesini, eşit yurttaşlık ilkesinin eğitimin temeline yerleştirilmesini, asimilasyon yerine çoğulculuğun teşvik edilmesini, resmî tarih anlatılarının yerini çoklu bakış açılarına bıraktığı bir pedagojiyi öngörür.

Bu tür bir müfredat olmadan, anadilde eğitimin uygulanabilirliği sınırlı kalacak; toplumsal kabulü ve etki alanı da dar olacaktır.

Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren uygulanan “tek dil, tek millet, tek bayrak” politikası, eğitim sisteminde kendini katı bir homojenleştirme pratiği olarak göstermiştir. Farklı diller, inançlar ve kültürler, eğitim yoluyla sistemli biçimde bastırılmış ve görünmez kılınmıştır. Bu, sadece Kürtler için değil; Lazlar, Çerkesler, Ermeniler, Süryaniler ve Araplar için de ortak bir mağduriyet yaratmıştır.

Anadilinde konuşan çocuklar okulda kendi dillerini kullanmaktan utandırılmış, cezalandırılmış, dışlanmıştır. Bu uygulamalar, eğitimde fırsat eşitliği ilkesini doğrudan ihlal ettiği gibi; binlerce çocuğun okuldan kopmasına, akademik olarak başarısız olmasına ve psikolojik olarak zarar görmesine neden olmuştur.

Pedagoji bilimi, anadilinin eğitimde belirleyici rolünü uzun zamandır ortaya koymuştur. Çocukların bilişsel gelişimi, dilsel ifade becerisi, soyut düşünme yeteneği ve duygusal dünyası, büyük ölçüde anadilleriyle kurdukları ilişki üzerinden şekillenir.

Araştırmalar, çocukların anadillerinde eğitim aldıklarında: okuma ve yazma becerilerinin daha hızlı geliştiğini, akademik başarılarının arttığını, Özgüvenlerinin pekiştiğini, okula bağlılıklarının kuvvetlendiğini göstermektedir.

Buna karşılık, anadilinden uzaklaştırılmış çocuklar, öğrenme güçlükleriyle karşı karşıya kalmakta; dersleri anlamakta zorlanmakta; okuldan erken kopmakta ya da kendini değersiz hissetmektedir. Bu durum, yalnızca bireysel bir eğitim sorunu değil; toplumsal adaletsizliğin kalıcılaştığı bir yapıya dönüşmektedir.

Eğitim, sadece bireyleri bilgiyle donatan bir mekanizma değildir; aynı zamanda toplumu dönüştüren, ortak yaşamı yeniden üreten bir süreçtir. Bu nedenle anadilde eğitim hakkının tanınması, barışın kültürel ve yapısal temellerini kurmak açısından hayati önemdedir.

Eğitim Sen’in yıllardır sürdürdüğü mücadele, bu nedenle yalnızca sendikal bir hak arayışı değil; demokratik bir toplumsal projenin de savunusudur. Anadilde eğitim, barışın dili; barış müfredatı ise o dilin zemini olabilir.

Sorun sadece birkaç seçmeli dersle çözülecek bir konu değildir. Anadilde eğitim, eğitim sisteminin tüm kademelerine ve tüm kurumlarına sirayet etmelidir. Anaokulundan üniversiteye kadar her aşamada bu hak tanınmadıkça, Türkiye'nin demokratikleşme süreci eksik kalacaktır.

Bu nedenle, anadilde eğitimi sağlamak bir ayrıcalık değil; onarıcı adaletin ve eşit yurttaşlığın gereğidir. Çok dillilik, bir tehlike değil; zenginliğin kendisidir. Eğitimde bu çok sesliliği tanımak ve desteklemek, toplumsal barışın da kapısını aralayacaktır.

Anadilde eğitimin önündeki engelleri kaldırmak, yalnızca yasal düzenlemelerle değil; zihniyet dönüşümüyle mümkündür. Barış müfredatı, bu dönüşümün eğitim ayağını oluşturur. Sadece eğitim sistemi değil; toplumun tüm kesimleri bu dönüşüme dahil edilmelidir.

Bugün Türkiye’nin karşı karşıya olduğu toplumsal gerilimleri aşmanın yolu, farklılıkları bastırmaktan değil; onları tanımaktan, saygıyla birlikte yaşamaktan geçmektedir. Bu nedenle artık zaman, tekçi eğitim anlayışını geride bırakıp; çok kimlikli bir toplumun geleceğini kuracak çoğulcu bir eğitim modeline geçme zamanıdır.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder