“Anadilde eğitim, bir halkın kendini ifade
etme hakkı değil; var olma hakkıdır.”
Türkiye’nin
çok kültürlü, çok dilli ve çok kimlikli toplumsal yapısı, yıllardır görmezden
gelinen bir gerçeği gün yüzüne çıkarmaya devam ediyor: Anadilde eğitim, sadece
pedagojik bir tercih değil; siyasal, kültürel ve insani bir zorunluluktur.
Eğitim Sen Genel Sekreteri Zülküf Güneş’in yakın zamanda yaptığı açıklamada
dikkat çektiği gibi, anadilde eğitimin önündeki yapısal engellerin kaldırılması
için kapsamlı bir zihniyet dönüşümüne ihtiyaç var. Bu dönüşümün adı ise,
Güneş’in ifadesiyle “barış müfredatı”dır.
Anadilinde
eğitim, dünya genelinde insan hakları hukukunun ve demokratik toplumsal düzenin
temel taşlarından biri olarak kabul edilir. Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları
Sözleşmesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları, UNESCO’nun eğitimde
çeşitlilik ilkeleri gibi birçok uluslararası belge, her çocuğun kendi
anadilinde eğitim almasını bir hak olarak tanımlar.
Ancak
Türkiye'de bu hak, özellikle Kürtler başta olmak üzere farklı etnik
kimliklerden yurttaşlar için hâlâ anayasal ve yasal düzeyde güvenceye
kavuşturulmuş değildir. Mevcut sistem, Türkçe dışında bir dili eğitim dili
olarak tanımadığı için, milyonlarca çocuk eğitim hayatına dezavantajlı
başlamaktadır. Bu durum, sadece akademik başarıyı değil, kimlik inşasını,
özgüveni ve sosyal uyumu da doğrudan etkilemektedir.
Barış
müfredatı, yalnızca müfredat içeriğinin reforme edilmesini değil, aynı zamanda
eğitim sisteminin ideolojik kodlarının yeniden yazılmasını öngörür. Bu
yaklaşım, yıllardır egemen olan inkârcı ve tekçi anlayışın yerine, çoğulcu ve
kapsayıcı bir eğitim felsefesi inşa etmeyi amaçlar.
Barış müfredatı;
farklı kimliklerin ve dillerin zenginlik olarak görülmesini, eşit yurttaşlık
ilkesinin eğitimin temeline yerleştirilmesini, asimilasyon yerine çoğulculuğun
teşvik edilmesini, resmî tarih anlatılarının yerini çoklu bakış açılarına
bıraktığı bir pedagojiyi öngörür.
Bu tür bir
müfredat olmadan, anadilde eğitimin uygulanabilirliği sınırlı kalacak;
toplumsal kabulü ve etki alanı da dar olacaktır.
Cumhuriyetin
kuruluşundan itibaren uygulanan “tek dil, tek millet, tek bayrak” politikası,
eğitim sisteminde kendini katı bir homojenleştirme pratiği olarak göstermiştir.
Farklı diller, inançlar ve kültürler, eğitim yoluyla sistemli biçimde
bastırılmış ve görünmez kılınmıştır. Bu, sadece Kürtler için değil; Lazlar,
Çerkesler, Ermeniler, Süryaniler ve Araplar için de ortak bir mağduriyet
yaratmıştır.
Anadilinde
konuşan çocuklar okulda kendi dillerini kullanmaktan utandırılmış,
cezalandırılmış, dışlanmıştır. Bu uygulamalar, eğitimde fırsat eşitliği
ilkesini doğrudan ihlal ettiği gibi; binlerce çocuğun okuldan kopmasına,
akademik olarak başarısız olmasına ve psikolojik olarak zarar görmesine neden
olmuştur.
Pedagoji
bilimi, anadilinin eğitimde belirleyici rolünü uzun zamandır ortaya koymuştur.
Çocukların bilişsel gelişimi, dilsel ifade becerisi, soyut düşünme yeteneği ve
duygusal dünyası, büyük ölçüde anadilleriyle kurdukları ilişki üzerinden
şekillenir.
Araştırmalar, çocukların anadillerinde eğitim aldıklarında: okuma ve yazma becerilerinin daha hızlı geliştiğini, akademik başarılarının arttığını, Özgüvenlerinin pekiştiğini, okula bağlılıklarının kuvvetlendiğini göstermektedir.
Buna karşılık,
anadilinden uzaklaştırılmış çocuklar, öğrenme güçlükleriyle karşı karşıya
kalmakta; dersleri anlamakta zorlanmakta; okuldan erken kopmakta ya da kendini
değersiz hissetmektedir. Bu durum, yalnızca bireysel bir eğitim sorunu değil;
toplumsal adaletsizliğin kalıcılaştığı bir yapıya dönüşmektedir.
Eğitim, sadece
bireyleri bilgiyle donatan bir mekanizma değildir; aynı zamanda toplumu
dönüştüren, ortak yaşamı yeniden üreten bir süreçtir. Bu nedenle anadilde
eğitim hakkının tanınması, barışın kültürel ve yapısal temellerini kurmak
açısından hayati önemdedir.
Eğitim Sen’in
yıllardır sürdürdüğü mücadele, bu nedenle yalnızca sendikal bir hak arayışı
değil; demokratik bir toplumsal projenin de savunusudur. Anadilde eğitim,
barışın dili; barış müfredatı ise o dilin zemini olabilir.
Sorun sadece
birkaç seçmeli dersle çözülecek bir konu değildir. Anadilde eğitim, eğitim
sisteminin tüm kademelerine ve tüm kurumlarına sirayet etmelidir. Anaokulundan
üniversiteye kadar her aşamada bu hak tanınmadıkça, Türkiye'nin demokratikleşme
süreci eksik kalacaktır.
Bu
nedenle, anadilde eğitimi sağlamak bir ayrıcalık değil; onarıcı adaletin ve
eşit yurttaşlığın gereğidir. Çok dillilik, bir tehlike değil; zenginliğin
kendisidir. Eğitimde bu çok sesliliği tanımak ve desteklemek, toplumsal barışın
da kapısını aralayacaktır.
Anadilde
eğitimin önündeki engelleri kaldırmak, yalnızca yasal düzenlemelerle değil;
zihniyet dönüşümüyle mümkündür. Barış müfredatı, bu dönüşümün eğitim ayağını
oluşturur. Sadece eğitim sistemi değil; toplumun tüm kesimleri bu dönüşüme
dahil edilmelidir.
Bugün
Türkiye’nin karşı karşıya olduğu toplumsal gerilimleri aşmanın yolu,
farklılıkları bastırmaktan değil; onları tanımaktan, saygıyla birlikte
yaşamaktan geçmektedir. Bu nedenle artık zaman, tekçi eğitim anlayışını geride
bırakıp; çok kimlikli bir toplumun geleceğini kuracak çoğulcu bir eğitim
modeline geçme zamanıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder