"Öğretmen açlık sınırında yaşarsa,
eğitim yoksulluk sınırının da altına iner."
Bir öğretmen
düşünün...
Sırtında
üniversite yıllarının yorgunluğu, yılların emeği…
Cebinde umutla
alınmış bir diploma, içi fosilleşmiş ÖMBT, MEB-ÖABSS hazırlık kitapları.
Göğsünde
ailesinin beklentisi, kalbinde küçücük bir sınıfa, kara tahtaya, tebeşire
duyulan hasret.
Gözlerinde ise
sadece kendisi için değil, henüz tanışmadığı binlerce çocuk için kurduğu
hayaller:
Büyüyecekler,
okuyacaklar, iyi insanlar olacaklar…
Bir öğretmen
düşünün…
Her sabah gün
doğmadan uyanıyor.
Kahvaltısını
bile tam yapmadan masasının başına oturuyor, "belki bu yıl" diyerek
bir kez daha çalışmaya başlıyor.
Bir soruyu
kırk kez çözüyor, bir konuyu elli kez tekrar ediyor.
Ama bu çabanın
sonunda ne sınıf var ne öğrenci…
Çünkü elinde
artık kalem değil, kürek tutuyor.
Çünkü bazen
markette kasada, bazen bir kargo şirketinde koli taşıyor, bazen de inşaatta
demir bağlıyor.
Diploması
cebinde, hayalleri yüreğinde; ama mesleği ellerinin nasırında kayboluyor.
Bir öğretmen
düşünün…
Sınıfta değil,
sokakta ayakta kalmaya çalışıyor.
Velilerle
değil, müşterilerle uğraşıyor.
Ders saati
beklemiyor artık, fazla mesai yazılıyor onun payına.
Kara tahta
yerine soğuk duvarlar, çocuk gülüşleri yerine ağır yüklerin sesi yankılanıyor
etrafında.
Ve o hâlâ
umutlu…
Çünkü öğretmen
olmak bir meslek değil, bir kimliktir onun için.
Tahtaya
çıkmasa da öğretmendir.
Adı okunmasa
da o hâlâ çocuklar için yaşar, hâlâ "gelecek" için direnir.
Bu ülkenin
atanmayan öğretmenleri onlar.
Diploması var,
ideali var; ama öğrencisi yok.
Binlercesi
özel eğitim kurumlarında açlık sınırının bile altında maaşlara mahkûm ediliyor.
Sigortası eksik yatırılan, derse girmediği gün maaşından kesilen, hatta bazı
yerlerde velilerin memnuniyetsizliğine göre sözleşmesi feshedilen öğretmenler…
Bu adalet mi?
Yıllarını
eğitime adayan bu insanlar, artık öğretmenlik dışında ne iş olursa yapmaya
razı. Kurye olanı da var, garsonluk yapanı da. Kimliği gizli tutulmak istenen
bir öğretmen şöyle diyor:
“Ben
diplomamla değil, beden gücümle para kazanıyorum artık. Ama en çok içimdeki
çocuklara anlatamadığım masallar üzüyor beni.”
Peki neden?
Neden binlerce
öğretmen mezun verilirken, kontenjanlar bu kadar kısıtlı?
Neden
‘öğretmen açığı’ varken, öğretmen fazlası yaratılıyor?
Neden
öğretmenlik, ülkenin en değerli mesleklerinden biri olması gerekirken, en
değersizleştirilen mesleklerden biri hâline getiriliyor?
Toplum olarak
her 24 Kasım'da çiçek veriyoruz ama 25 Kasım’da unutuyoruz.
Oysa öğretmen,
sadece okullarda değil, sokaklarda, kafelerde, sanayi atölyelerinde de yaşıyor
artık.
Öğretmen,
sadece çocuklara değil, aslında tüm topluma ders veriyor; sabrıyla, direnciyle,
sessiz çığlığıyla…
Eğer bir ülkenin
öğretmeni mutsuzsa, o ülkenin geleceği mutsuz olacaktır.
Çünkü bir
öğretmenin atanmaması sadece onun değil, binlerce öğrencinin hayallerinin de
atanmaması demektir.
Öğretmenler
sınıfa dönmeli.
Okullar
öğretmensiz, öğretmenler mesleksiz kalmamalı.
Çünkü
öğretmen sadece maaşla değil, onurla yaşar.
Bugün
bir kez daha yüksek sesle söyleyelim:
Öğretmen
işsiz olamaz. Öğretmen güvencesiz çalıştırılamaz.
Öğretmenlik
bir meslek değil, bir toplumun vicdanıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder