“Emirler geçicidir, vicdan kalıcı; insan, en
çok itaat etmediğinde insandır.”
20. yüzyılın
en trajik olaylarından biri olan Ermeni Soykırımı, Osmanlı Devleti sınırları
içinde yaşayan yüz binlerce Ermeni’nin 1915 yılında sistematik olarak tehcire
ve katliama uğratılmasıyla insanlık tarihine kazınmıştır. İttihat ve Terakki
yönetimi tarafından planlanan bu süreçte, pek çok Osmanlı bürokratı emirleri
harfiyen uygulamış, ancak az sayıda idareci vicdani bir tutum alarak bu
politikaya karşı çıkmıştır. Bu isimlerden ikisi, Faik Ali Ozansoy ve Hüseyin
Nesimi Bey’dir. Kütahya valisi ve Lice kaymakamı olan bu iki Osmanlı bürokratı,
insani değerleri ve hukuku temel alarak Ermeni yurttaşlara yönelik şiddeti ve
sürgünü reddetmiş, bu uğurda ya hayatlarını kaybetmiş ya da görevlerinden
uzaklaştırılmışlardır.
Faik Ali
Ozansoy, 1876 yılında Diyarbakır’da doğmuş, şiirleri ve edebi kişiliğiyle de
tanınan bir Osmanlı aydını ve bürokratıdır. 1915 yılında Kütahya valisi olarak
görev yaparken Ermenilere yönelik tehcir uygulamaları tüm Anadolu'da yürürlüğe
konulmuştu. Ancak Faik Ali, bu emirlere uymamış ve Kütahya’daki Ermeni
vatandaşların yerlerinden edilmelerine izin vermemiştir.
Raymond
Kévorkian, The Armenian Genocide: A Complete History adlı eserinde, Faik
Ali’nin Kütahya’da tehciri engellediğini ve Ermenilerin mallarına el
konulmasına da karşı çıktığını belirtmektedir (Kévorkian, 2011, s. 378). Faik
Ali, Ermenileri yerinde tutmakla kalmamış, onları korumak için özel
düzenlemeler de yapmıştır. Örneğin, Ermeni cemaatinin dini liderlerini ve
tüccarlarını tehditlerden koruyarak halkın moralini yüksek tutmuştur.
Taner Akçam
ise bu tutumu, "İttihat ve Terakki’nin merkeziyetçi ve emredici
politikasına karşı bir vicdan ayaklanması" olarak nitelendirir (Akçam,
2014, s. 274). Nitekim bu tutumu nedeniyle merkezden defalarca uyarı almış,
hatta görevden alınması gündeme gelmiş ancak halkın tepkisi nedeniyle bu
gerçekleşmemiştir.
Kendisiyle
yapılan mülakatlarda, Faik Ali şöyle der:
"Bu
insanların bana sığınması, onları devletin memuru olarak korumamı gerektirir.
Ben bu sorumluluğu taşıyamayacaksam, devlet adamı olmanın anlamı nedir?"
Faik Ali
Ozansoy, savaş sonrasında görevine devam etmiş, Cumhuriyet döneminde de çeşitli
kamu hizmetlerinde bulunmuştur. Ancak hiçbir zaman Kütahya’daki bu vicdani
duruşunu inkâr etmemiştir.
Faik Ali'nin
aksine, Hüseyin Nesimi Bey’in direnişi hayatına mal olmuştur. Lice Kaymakamı
olan Nesimi Bey, 1915 yılında Diyarbakır bölgesinde başlayan tehcir ve kıyım
emirlerine karşı çıkarak, Lice'deki Ermenilerin sürgün edilmesine izin
vermemiştir. Bu direnişi, dönemin Diyarbakır Valisi Dr. Mehmed Reşid'in
dikkatini çekmiş ve kısa süre içinde cezalandırılmıştır.
Osmanlı
arşivlerinden elde edilen belgelere göre, Hüseyin Nesimi Bey, "emirlere
itaatsizlik" gerekçesiyle 15 Haziran 1915’te Lice’ye gönderilen bir çete
tarafından öldürülmüştür. Taner Akçam bu olayı, “Ermeni Meselesi
Hallolunmuştur” adlı kitabında detaylıca anlatır ve Nesimi Bey’in
İttihatçıların emrine uymaması nedeniyle hedef haline geldiğini belirtir
(Akçam, 2014, s. 245-247).
Vahakn N.
Dadrian’a göre Hüseyin Nesimi Bey’in katli, yerel direnişin nasıl sistematik
olarak bastırıldığını gösteren trajik bir örnektir:
“Sadece
emirleri sorgulamak, bürokratlar için ölüm fermanı anlamına gelebiliyordu.”
(Dadrian, 1995, s. 301)
Nesimi Bey’in
mezarı bile gizlenmiş, ailesine ölüm nedeni resmi kayıtlarda bildirilmemiştir.
Bu olay, Osmanlı taşrasında vicdanlı duruşların ne kadar tehlikeli
olabileceğini ve merkezin nasıl mutlak bir itaati talep ettiğini açıkça ortaya
koyar.
Hem Faik Ali
Ozansoy’un hem de Hüseyin Nesimi Bey’in direnişi, sadece bireysel bir cesaret
meselesi değil, aynı zamanda bürokratik etik açısından da derin anlamlar taşır.
Max Weber’in “bürokratik akılcılık” tanımı, bürokratın yasal otoriteye
bağlılığını merkeze alırken, Hannah Arendt, Kötülüğün Sıradanlığı adlı
eserinde, emirlere körü körüne itaatin ahlaki felaketlere yol açabileceğini
belirtmiştir.
Faik Ali ve
Hüseyin Nesimi, Osmanlı bürokrasisinin içinden gelen ancak devletin gayrimeşru
emirlerine boyun eğmeyen nadir örneklerdir. Onların tutumu, günümüz kamu
görevlilerine etik kararlar alma cesareti ve sorumluluğu konusunda tarihsel bir
miras sunmaktadır.
Faik Ali
Ozansoy ve Hüseyin Nesimi Bey’in 1915 yılında sergiledikleri tutumlar, Osmanlı
Devleti’nin resmi politikalarına karşı insani ve hukuki duruşlar olarak
tarihsel hafızada yer bulmuştur. Biri yaşarken, diğeri ise ölerek direniş
göstermiştir. İkisinin ortak noktası ise, vicdanlarını bürokratik itaatin önüne
koymalarıdır.
Bu
iki örnek, bize şunu göstermektedir: Devletler hata yapabilir, yönetimler suç
işleyebilir; ancak bu suçlara ortak olmak ya da karşı çıkmak, bireysel bir
tercihtir. Faik Ali ve Hüseyin Nesimi, bu tercihi insanlık lehine kullanmış,
tarih önünde onurlu bir yer edinmişlerdir.
Türkiye
toplumu, geçmişiyle yüzleşme cesaretini bu örnekler sayesinde geliştirebilir. Hafıza
sadece acılarla değil, direnişlerle de inşa edilir. Bu yüzden, bu iki isim
yalnızca Osmanlı bürokrasisinin değil, insanlık tarihinin de onurlu
şahsiyetleridir.
Kaynakça
1- Akçam,
Taner. Ermeni Meselesi Hallolunmuştur. İletişim Yayınları, 2014.
2- Kévorkian,
Raymond. Ermeni Soykırımı: Tam Bir Tarih. I.B. Tauris, 2011.
3- Dadrian,
Vahakn N. Ermeni Soykırımı Tarihi. Berghahn Kitapları, 1995.
4-Arendt,
Hannah. Eichmann Kudüs'te: Kötülüğün Sıradanlığı Üzerine Bir Rapor. Penguen
Kitapları, 2006.
5- Osmanlı
Arşiv Belgeleri (BOA), DH. ŞFR, 54/185.
6- Hür, Ayşe.
“1915’te Ermenileri vicdanlı Osmanlı bürokratları.” Taraf, 23 Nisan 2009.
7- Balakyan,
Peter. Yanan Dicle: Ermeni Soykırımı ve Amerika'nın Tepkisi. HarperCollins,
2004.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder