Bu Blogda Ara

1.7.25

Hafızaya Gömülen Mezarlar

"Mezarları kayıptır, ama hatıraları dağ gibi yerindedir."

Toplumlar, geçmişle kurdukları ilişki üzerinden kimlik inşa ederler. Özellikle kolektif hafızada derin izler bırakan şahsiyetlerin mezarları, sadece birer defin yeri değil; aynı zamanda birer hafıza, direniş ve kimlik mekânı haline gelir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecinde yaşanan büyük kırılmalar, bazı halk kesimlerinin tarihsel figürlerini hatırlamasını engellemek üzere çeşitli stratejileri beraberinde getirmiştir. Bu stratejilerden biri de Şeyh Said ve Seyid Rıza gibi Kürt halkı için sembolleşmiş figürlerin mezarlarının gizlenmesidir.

Bir Nakşibendî şeyhi olan Şeyh Said, 1925’teki Şeyh Said İsyanı ’nın lideridir. İsyan, hem dini gerekçelerle hilafetin kaldırılmasına karşı hem de Kürtlerin kültürel, dilsel haklarının ellerinden alınmasına tepki olarak gerçekleşmiştir. 1925’te başlayan Şeyh Said İsyanı Amed, Xarpêt, Bingöl, Muş, Bitlis gibi bölgelere yayıldı. Şeyh Said, 14 Nisan 1925’te Varto civarında Genç İlçesi’nin kuzeyindeki bir dağlık bölgede, bazı silah arkadaşlarıyla birlikte esir alındı.

Şeyh Said’in mahkeme ve idam süreci, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun ardından uyguladığı merkezîleşme ve asimilasyon politikalarının önemli bir kırılma noktasıdır. Bu süreç, sadece bir isyanın bastırılması değil; aynı zamanda Kürt kimliğine, dini otoriteye ve muhalefete karşı yürütülen ideolojik bir devlet operasyonudur.

Şeyh Said ve beraberindekiler, Diyarbakır’da kurulan Şark İstiklal Mahkemesi önünde yargılandılar. Bu mahkemeler, normal yargı kurallarından muaf tutulan ve idam kararlarını temyiz hakkı olmaksızın uygulayan özel yetkili mahkemelerdi. Mahkeme başkanlığını Mazhar Müfit Kansu yaptı. Mahkeme heyeti hem hâkim hem savcı gibi hareket etti. Savunma hakkı çok sınırlıydı ve kararlar büyük ölçüde siyasi iktidarın yönlendirmesiyle alınıyordu. Duruşmalar kısa sürdü; isyanın nedenleri, tarihi bağlamı veya Şeyh Said’in savunması detaylı biçimde değerlendirilmedi. Mahkeme, Şeyh Said ve 46 arkadaşı hakkında idam kararı verdi.29 Haziran 1925’te, Şeyh Said ve 46 kişi Diyarbakır Dağkapı Meydanı’na kurulan darağaçlarında toplu olarak idam edildiler. İdamlar kamuya açık şekilde gerçekleştirildi ve "devlete isyanın cezası" olarak halkın gözünü korkutmak amacı güdüldü. Şeyh Said’in idam edilmeden önce vakur olduğu, boyun eğmediği, “Din ve millet uğruna canım feda olsun” dediği çeşitli kaynaklarda aktarılır.

Seyit Rıza, Dersim 1937-38 Katliamı ’nın öncesinde ve sürecinde bölgenin önde gelen Alevi-Kürt önderlerinden biridir. 1915 yılında Ermeni Katliamında Dêrsim’e sığınan Ermenilere sahip çıkan Seyit Rıza, Koçgiri Katliamı (1920-1921) sırasında hükümete bir mektup yazdı. Mektupta Koçgiri Katliamı ‘nın durdurulmasını isteyen Seyit Rıza, Koçgiri’den Dêrsim’e sığınan Nuri Dêrsimî, Alişêr, Alişan beyleri ve taraftarlarını da himayesinde korumaya aldı. Ankara hükümeti Seyit Rıza’dan Dêrsimî’yi, Alişêr ve Alişan beyleri teslim etmesini istese de bunu kabul etmedi. Daha sonra 1925 Şeyh Said direnişinden hemen sonra Dêrsim’e karşı başlatılan harekât sürerken Seyid Rıza hükümet tarafından Erzingan’a davet edildi ve 5 Eylül 1937 günü yolda gözaltına alınıp tutuklandı.

Seyit Rıza, 15 Kasım 1937 yılında Ankara’dan özel görevle gönderilen İhsan Sabri Çağlayangil’in denetiminde yapılan yasadışı bir mahkeme neticesinde Xarpêt Buğday Meydanı’nda arkadaşları Uşenê Seydi, Aliyê Mirzî Silî, Hesenê İvaîmê Qıjî, Hesen Ağa, Fındık Ağa, Resik Uşen ile birlikte 15 Kasım1937’de idam edildi. Son sözleri "Evladı Kerbelayik, bi hatayık" olarak kayıtlara geçmiştir. O da tıpkı Şeyh Said gibi isimsiz bir yere gömülmüştür.

Bu iki figürün ortak noktası, hem Kürt halkı için tarihsel-kültürel önem taşımaları hem de devlet tarafından “tehlikeli hafıza unsurları” olarak görülmeleridir. Mezarlarının gizlenmesi tesadüfi değil, bilinçli bir devlet politikasıdır.

Michel Foucault'nun iktidar ve bilgi ilişkisini incelediği çalışmalarında belirttiği gibi, iktidar sadece cezalandırarak değil, hatırlamayı kontrol ederek de işler. Devletin bu figürlerin mezarlarını gizlemesi, onların ölümünden sonra bile toplum üzerindeki etkisini sınırlandırmak, potansiyel birer “direniş sembolü” olmalarını engellemek içindir.

Kürtler İçin Mezar Neden Önemlidir?

Kürt toplum yapısında mezar ziyaretleri, sadece dini bir görev değil; aynı zamanda aidiyetin, bağlılığın ve kimliğin bir parçasıdır. Dedeler, babalar, halk önderleri mezarlarında ziyaret edilir, anıları canlı tutulur. Dolayısıyla bu üç şahsiyetin mezarlarının bilinmemesi, Kürt toplumunun hafızasında büyük bir boşluk yaratmaktadır.

Halbwachs’a göre kolektif hafıza, bireysel hafızanın ötesinde bir yapı taşır ve toplumlar hafızalarını fiziksel mekânlarla somutlaştırır. Mezarlar da bu mekânların başında gelir. Şeyh Said ve Seyid Rıza’nın torunları, bu fiziksel bağdan mahrum bırakıldıkları için atalarının hatırasını sağlıklı bir biçimde yaşatma imkânı bulamamaktadır.

Son yıllarda Kürtler bu iki şahsiyetin mezar yerlerinin açıklanmasını talep etmektedir. Torunları, sivil toplum kuruluşları, kimi araştırmacılar bu konuda çağrılar yapmış; ancak resmî kurumlar bugüne dek sessizliğini korumuştur.

Bu durum, Türkiye’de hâlâ geçmişle yüzleşme, hesaplaşma ve helalleşme kültürünün eksik olduğunun göstergesidir. Mezarları gizlemek, toplumsal barışa hizmet etmez. Aksine, geçmişin inkârı bugünün huzursuzluğunu doğurur.

Toplumlar, geçmişleriyle sağlıklı ilişki kurabildiklerinde özgüvenli ve barışçıl olabilirler. Şeyh Said, Seyid Rıza’nın mezar yerlerinin açıklanması, yalnızca bir defin meselesi değildir. Bu, Kürt halkının tarihsel hafızasına ve kolektif kimliğine gösterilecek saygının ifadesidir. Unutulmak istenenler, hatırlayanlar oldukça hep var olacaklardır. Ancak bir halkın atalarının izini araması, onlara ulaşamaması, sadece siyasi değil aynı zamanda derin bir sosyolojik sorundur.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder