"Mezarları kayıptır, ama hatıraları dağ gibi yerindedir."
Toplumlar,
geçmişle kurdukları ilişki üzerinden kimlik inşa ederler. Özellikle kolektif
hafızada derin izler bırakan şahsiyetlerin mezarları, sadece birer defin yeri
değil; aynı zamanda birer hafıza, direniş ve kimlik mekânı haline gelir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecinde yaşanan büyük kırılmalar, bazı halk
kesimlerinin tarihsel figürlerini hatırlamasını engellemek üzere çeşitli
stratejileri beraberinde getirmiştir. Bu stratejilerden biri de Şeyh Said ve
Seyid Rıza gibi Kürt halkı için sembolleşmiş figürlerin mezarlarının
gizlenmesidir.
Bir Nakşibendî
şeyhi olan Şeyh Said, 1925’teki Şeyh Said İsyanı ’nın lideridir. İsyan, hem
dini gerekçelerle hilafetin kaldırılmasına karşı hem de Kürtlerin kültürel,
dilsel haklarının ellerinden alınmasına tepki olarak gerçekleşmiştir. 1925’te
başlayan Şeyh Said İsyanı Amed, Xarpêt, Bingöl, Muş, Bitlis gibi bölgelere
yayıldı. Şeyh Said, 14 Nisan 1925’te Varto civarında Genç İlçesi’nin
kuzeyindeki bir dağlık bölgede, bazı silah arkadaşlarıyla birlikte esir alındı.
Şeyh Said’in
mahkeme ve idam süreci, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun ardından uyguladığı
merkezîleşme ve asimilasyon politikalarının önemli bir kırılma noktasıdır. Bu
süreç, sadece bir isyanın bastırılması değil; aynı zamanda Kürt kimliğine, dini
otoriteye ve muhalefete karşı yürütülen ideolojik bir devlet operasyonudur.
Şeyh Said ve
beraberindekiler, Diyarbakır’da kurulan Şark İstiklal
Mahkemesi önünde yargılandılar. Bu mahkemeler, normal yargı kurallarından
muaf tutulan ve idam kararlarını temyiz hakkı olmaksızın uygulayan özel yetkili
mahkemelerdi. Mahkeme başkanlığını Mazhar Müfit Kansu yaptı. Mahkeme heyeti hem
hâkim hem savcı gibi hareket etti. Savunma hakkı çok sınırlıydı ve kararlar
büyük ölçüde siyasi iktidarın yönlendirmesiyle alınıyordu. Duruşmalar kısa
sürdü; isyanın nedenleri, tarihi bağlamı veya Şeyh Said’in savunması detaylı
biçimde değerlendirilmedi. Mahkeme, Şeyh Said ve 46 arkadaşı hakkında idam
kararı verdi.29 Haziran 1925’te, Şeyh Said ve 46 kişi Diyarbakır Dağkapı
Meydanı’na kurulan darağaçlarında toplu olarak idam edildiler. İdamlar kamuya
açık şekilde gerçekleştirildi ve "devlete isyanın cezası" olarak
halkın gözünü korkutmak amacı güdüldü. Şeyh Said’in idam edilmeden önce vakur
olduğu, boyun eğmediği, “Din ve millet uğruna canım feda olsun” dediği çeşitli
kaynaklarda aktarılır.
Seyit Rıza, Dersim
1937-38 Katliamı ’nın öncesinde ve sürecinde bölgenin önde gelen Alevi-Kürt
önderlerinden biridir. 1915 yılında Ermeni Katliamında Dêrsim’e sığınan
Ermenilere sahip çıkan Seyit Rıza, Koçgiri Katliamı (1920-1921) sırasında
hükümete bir mektup yazdı. Mektupta Koçgiri Katliamı ‘nın durdurulmasını
isteyen Seyit Rıza, Koçgiri’den Dêrsim’e sığınan
Nuri Dêrsimî, Alişêr, Alişan beyleri ve taraftarlarını da himayesinde korumaya
aldı. Ankara hükümeti Seyit Rıza’dan Dêrsimî’yi, Alişêr ve Alişan beyleri
teslim etmesini istese de bunu kabul etmedi. Daha sonra 1925 Şeyh Said
direnişinden hemen sonra Dêrsim’e karşı başlatılan harekât sürerken Seyid Rıza
hükümet tarafından Erzingan’a davet edildi ve 5 Eylül 1937 günü yolda gözaltına
alınıp tutuklandı.
Seyit Rıza, 15
Kasım 1937 yılında Ankara’dan özel görevle gönderilen İhsan
Sabri Çağlayangil’in denetiminde yapılan yasadışı bir mahkeme neticesinde Xarpêt Buğday Meydanı’nda arkadaşları Uşenê Seydi,
Aliyê Mirzî Silî, Hesenê İvaîmê Qıjî, Hesen Ağa, Fındık Ağa, Resik Uşen ile
birlikte 15 Kasım1937’de idam edildi. Son sözleri "Evladı
Kerbelayik, bi hatayık" olarak kayıtlara geçmiştir. O da tıpkı Şeyh
Said gibi isimsiz bir yere gömülmüştür.
Bu iki figürün
ortak noktası, hem Kürt halkı için tarihsel-kültürel önem taşımaları hem de
devlet tarafından “tehlikeli hafıza unsurları” olarak görülmeleridir.
Mezarlarının gizlenmesi tesadüfi değil, bilinçli bir devlet politikasıdır.
Michel
Foucault'nun iktidar ve bilgi ilişkisini incelediği çalışmalarında belirttiği
gibi, iktidar sadece cezalandırarak değil, hatırlamayı kontrol ederek de işler.
Devletin bu figürlerin mezarlarını gizlemesi, onların ölümünden sonra bile
toplum üzerindeki etkisini sınırlandırmak, potansiyel birer “direniş sembolü”
olmalarını engellemek içindir.
Kürtler
İçin Mezar Neden Önemlidir?
Kürt toplum
yapısında mezar ziyaretleri, sadece dini bir görev değil; aynı zamanda
aidiyetin, bağlılığın ve kimliğin bir parçasıdır. Dedeler, babalar, halk
önderleri mezarlarında ziyaret edilir, anıları canlı tutulur. Dolayısıyla bu üç
şahsiyetin mezarlarının bilinmemesi, Kürt toplumunun hafızasında büyük bir
boşluk yaratmaktadır.
Halbwachs’a
göre kolektif hafıza, bireysel hafızanın ötesinde bir yapı taşır ve toplumlar
hafızalarını fiziksel mekânlarla somutlaştırır. Mezarlar da bu mekânların
başında gelir. Şeyh Said ve Seyid Rıza’nın torunları, bu fiziksel bağdan mahrum
bırakıldıkları için atalarının hatırasını sağlıklı bir biçimde yaşatma imkânı
bulamamaktadır.
Son yıllarda Kürtler
bu iki şahsiyetin mezar yerlerinin açıklanmasını talep etmektedir. Torunları,
sivil toplum kuruluşları, kimi araştırmacılar bu konuda çağrılar yapmış; ancak resmî
kurumlar bugüne dek sessizliğini korumuştur.
Bu
durum, Türkiye’de hâlâ geçmişle yüzleşme, hesaplaşma ve helalleşme kültürünün
eksik olduğunun göstergesidir. Mezarları gizlemek, toplumsal barışa hizmet
etmez. Aksine, geçmişin inkârı bugünün huzursuzluğunu doğurur.
Toplumlar,
geçmişleriyle sağlıklı ilişki kurabildiklerinde özgüvenli ve barışçıl
olabilirler. Şeyh Said, Seyid Rıza’nın mezar yerlerinin açıklanması, yalnızca
bir defin meselesi değildir. Bu, Kürt halkının tarihsel hafızasına ve kolektif
kimliğine gösterilecek saygının ifadesidir. Unutulmak istenenler, hatırlayanlar
oldukça hep var olacaklardır. Ancak bir halkın atalarının izini araması, onlara
ulaşamaması, sadece siyasi değil aynı zamanda derin bir sosyolojik sorundur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder