“Eğitimde
ayrıcalık değil, adalet büyütür çocukları.”
Millî Eğitim
Bakanlığı tarafından Resmî Gazete’de yayımlanan “Proje Okulları Yönetmeliği”yle
birlikte eğitim sistemimizde yeni bir dönemin kapıları aralanmaktadır. Yapılan
düzenlemeyle proje okulları, iki ana başlık altında sınıflandırılmıştır:
"Özel program uygulayan okullar" ve "özel proje uygulayan
okullar." Bu kapsamda, özel program uygulayan okullarda bölgenin
ihtiyaçlarına göre şekillenen, yerel bilgi ve becerileri kazandırmayı
hedefleyen özgün programlar hayata geçirilecektir. Özel proje uygulayan
okullarda ise öğrenmeye dönük araştırma, problem çözme ve eleştirel düşünme
becerilerini geliştirmeye yönelik uygulamalar geliştirilecek, öğretmenlerin ve
yerel paydaşların aktif katılımıyla sürdürülebilir gelişim hedeflenecektir.
Ayrıca bu
okullarda "okul gelişim projeleri" ile yalnızca akademik başarı
değil; okul iklimi, etkili öğrenme ortamları, kapsayıcılık, rehberlik
hizmetleri, sosyal, kültürel ve sportif etkinlikler yoluyla eğitimin bütünsel
anlamda güçlendirilmesi amaçlanmaktadır. Bu yaklaşım, öğrencinin sadece sınav
başarısına değil, tüm yönleriyle gelişimine odaklanan bir anlayışı temsil
etmektedir.
Ancak, her
yönetmelik kadar önemli olan bir diğer mesele, bu düzenlemelerin hangi
anlayışla uygulamaya konulacağıdır. Çünkü her okul, bir çocuğun hayata
tutunduğu, hayallerini büyüttüğü bir yerdir. Her öğretmen, yalnızca bilgi
aktaran değil, aynı zamanda bir yüreğe dokunan, bir hayatı dönüştüren kıvılcımdır.
Yeni eğitim yılına, daha adil, kapsayıcı ve eşitlikçi bir sistem hedefiyle
başlamak artık bir tercih değil; ahlaki ve anayasal bir zorunluluktur.
Türkiye’de
eğitim sistemi, zamanla çok çeşitli okul türlerine evrilmiştir: Anadolu
liseleri, fen liseleri, imam hatipler, meslek liseleri, güzel sanatlar ve spor
liseleri, sosyal bilimler liseleri, proje okulları, özel okullar... Bu
çeşitlilik, teorik olarak bireysel farklılıkları desteklemeyi amaçlamaktadır.
Ne var ki, uygulamada bu yapı, öğrenciler arasında görünmeyen bir değer
hiyerarşisine ve rekabete yol açmıştır. Fen liseleri ve özel okullar “en iyi”
olarak yüceltilirken, meslek liseleri ya da kırsaldaki okullar sıklıkla göz
ardı edilmekte, değersizleştirilmektedir.
İşte bu algı,
artık kökten değişmelidir. Eğitim, yalnızca bazı bölgelerin veya bazı okul
türlerinin ayrıcalığı olamaz. Her okul, bulunduğu yer neresi olursa olsun en
iyi eğitimi sunacak şekilde donatılmalı; her öğretmen, görev yaptığı bölgeye
bakılmaksızın en yüksek düzeyde desteklenmelidir. Çünkü “başarı”, sadece fen
lisesine gitmiş olmakla ölçülemez. Her öğrencinin öğrenme hızı, ilgisi,
yeteneği farklıdır. Eğitim sistemi, bu farklılıkları bir eksiklik değil, bir
zenginlik olarak kabul etmeli; her çocuğa kendi potansiyelini gerçekleştirebileceği
fırsatlar sunmalıdır.
Her
öğrencinin; çağdaş eğitim materyallerine, bilimsel temelli bir müfredata ve
gelişim odaklı öğretmenlere erişim hakkı vardır. Bu hak, sadece pedagojik bir
mesele değil; aynı zamanda anayasal ve ahlaki bir sorumluluktur. Kırsaldaki bir
çocuk, kentteki yaşıtları kadar değerlidir. Bu nedenle, bir köy okulu da bir
fen lisesi kadar güçlü, saygın ve nitelikli olmalıdır.
Bu idealin
merkezinde ise öğretmenler vardır. Öğretmenlik, yalnızca bir meslek değil; bir
toplumun geleceğini inşa etme sanatıdır. Atandığı bölgeye, okul türüne ya da
öğrencilerinin sınav başarısına göre öğretmenleri sınıflandırmak,
değersizleştirmek; eğitimin ruhuna aykırıdır. Bir öğretmen ister büyükşehirde
bir proje okulunda, ister dağ köyünde tek sınıflı bir okulda çalışsın, aynı
özveriyle desteklenmeli ve aynı gelişim imkânlarına sahip olmalıdır.
Bu nedenle,
öğretmenlerin özlük haklarının iyileştirilmesi, mesleki gelişim programlarının
yaygınlaştırılması ve karar alma süreçlerine aktif katılımları, yeni eğitim yılının
öncelikli gündemi olmalıdır. Unutulmamalıdır ki öğretmen, yalnızca uygulayıcı
değil; aynı zamanda bir eğitim politikası üreticisidir.
Toplumda özel
okulların daha iyi eğitim sunduğu yönündeki yaygın kanaat de sorgulanmalıdır.
İyi eğitim, lüks kampüslerde ya da teknolojik donanımlarla değil; öğrencisini
tanıyan, ona inanan, mesleğini seven ve sürekli kendini geliştiren
öğretmenlerle mümkündür. Bir köy okulundaki öğretmen de bir özel okul öğretmeni
kadar nitelikli olabilir ve bir çocuğun dünyasını değiştirebilir.
Yeni eğitim
yılına hazırlanırken, devlet okullarının fiziki altyapılarının güçlendirilmesi,
kırsal-kent ayrımının giderilmesi, öğretmen dağılımında adaletin sağlanması ve
bölgesel eğitim eşitsizliklerinin ortadan kaldırılması elzemdir. Eğitimde fırsat
eşitliği yalnızca okul türleri arasında değil, bölgeler arasında da
sağlanmalıdır. Gerçek anlamda demokratik bir eğitim, tüm çocukların eşit
haklarla eğitime erişmesiyle mümkündür.
Artık çağdaş
pedagojik yaklaşımlara geçmek, öğrencilerin bireysel farklılıklarını dikkate
alan, yaratıcı düşünmeyi teşvik eden ve duygusal gelişimi destekleyen bir
eğitim modelini tüm okullarda hayata geçirmek ertelenemez bir zorunluluktur.
Bu, yalnızca “başarılı” addedilen okullarda değil, ülkenin her köşesindeki tüm
okullarda uygulanmalıdır.
Her çocuğun
içinde bir cevher vardır. Bu cevherin parlaması için pahalı binalara değil, ona
inanan bir öğretmene ve adil bir eğitim sistemine ihtiyaç vardır. Tahta
sıralarda oturan çocuklar da akıllı tahtalı sınıflardaki yaşıtları kadar
değerlidir ve bu değer, onlara sunulan eğitimle görünür kılınmalıdır.
Her okul
en iyi okul olmalı, her öğretmen en iyi öğretmen olmalıdır. Bu bir ideal değil,
gerçekleşmesi gereken tarihsel bir görevdir. Bu görev sadece Millî Eğitim
Bakanlığı’nın değil; öğretmenlerin, velilerin, sivil toplumun ve toplumun tüm
kesimlerinin ortak sorumluluğudur. Yeni eğitim yılına bu bilinçle başlamak,
çocuklarımızın geleceğine yapılacak en güçlü yatırımdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder