Bu Blogda Ara

16.7.25

Okul Türü Değil, Eğitimde Eşitlik Belirleyici Olmalı


 


“Eğitimde ayrıcalık değil, adalet büyütür çocukları.”

Millî Eğitim Bakanlığı tarafından Resmî Gazete’de yayımlanan “Proje Okulları Yönetmeliği”yle birlikte eğitim sistemimizde yeni bir dönemin kapıları aralanmaktadır. Yapılan düzenlemeyle proje okulları, iki ana başlık altında sınıflandırılmıştır: "Özel program uygulayan okullar" ve "özel proje uygulayan okullar." Bu kapsamda, özel program uygulayan okullarda bölgenin ihtiyaçlarına göre şekillenen, yerel bilgi ve becerileri kazandırmayı hedefleyen özgün programlar hayata geçirilecektir. Özel proje uygulayan okullarda ise öğrenmeye dönük araştırma, problem çözme ve eleştirel düşünme becerilerini geliştirmeye yönelik uygulamalar geliştirilecek, öğretmenlerin ve yerel paydaşların aktif katılımıyla sürdürülebilir gelişim hedeflenecektir.

Ayrıca bu okullarda "okul gelişim projeleri" ile yalnızca akademik başarı değil; okul iklimi, etkili öğrenme ortamları, kapsayıcılık, rehberlik hizmetleri, sosyal, kültürel ve sportif etkinlikler yoluyla eğitimin bütünsel anlamda güçlendirilmesi amaçlanmaktadır. Bu yaklaşım, öğrencinin sadece sınav başarısına değil, tüm yönleriyle gelişimine odaklanan bir anlayışı temsil etmektedir.

Ancak, her yönetmelik kadar önemli olan bir diğer mesele, bu düzenlemelerin hangi anlayışla uygulamaya konulacağıdır. Çünkü her okul, bir çocuğun hayata tutunduğu, hayallerini büyüttüğü bir yerdir. Her öğretmen, yalnızca bilgi aktaran değil, aynı zamanda bir yüreğe dokunan, bir hayatı dönüştüren kıvılcımdır. Yeni eğitim yılına, daha adil, kapsayıcı ve eşitlikçi bir sistem hedefiyle başlamak artık bir tercih değil; ahlaki ve anayasal bir zorunluluktur.

Türkiye’de eğitim sistemi, zamanla çok çeşitli okul türlerine evrilmiştir: Anadolu liseleri, fen liseleri, imam hatipler, meslek liseleri, güzel sanatlar ve spor liseleri, sosyal bilimler liseleri, proje okulları, özel okullar... Bu çeşitlilik, teorik olarak bireysel farklılıkları desteklemeyi amaçlamaktadır. Ne var ki, uygulamada bu yapı, öğrenciler arasında görünmeyen bir değer hiyerarşisine ve rekabete yol açmıştır. Fen liseleri ve özel okullar “en iyi” olarak yüceltilirken, meslek liseleri ya da kırsaldaki okullar sıklıkla göz ardı edilmekte, değersizleştirilmektedir.

İşte bu algı, artık kökten değişmelidir. Eğitim, yalnızca bazı bölgelerin veya bazı okul türlerinin ayrıcalığı olamaz. Her okul, bulunduğu yer neresi olursa olsun en iyi eğitimi sunacak şekilde donatılmalı; her öğretmen, görev yaptığı bölgeye bakılmaksızın en yüksek düzeyde desteklenmelidir. Çünkü “başarı”, sadece fen lisesine gitmiş olmakla ölçülemez. Her öğrencinin öğrenme hızı, ilgisi, yeteneği farklıdır. Eğitim sistemi, bu farklılıkları bir eksiklik değil, bir zenginlik olarak kabul etmeli; her çocuğa kendi potansiyelini gerçekleştirebileceği fırsatlar sunmalıdır.

Her öğrencinin; çağdaş eğitim materyallerine, bilimsel temelli bir müfredata ve gelişim odaklı öğretmenlere erişim hakkı vardır. Bu hak, sadece pedagojik bir mesele değil; aynı zamanda anayasal ve ahlaki bir sorumluluktur. Kırsaldaki bir çocuk, kentteki yaşıtları kadar değerlidir. Bu nedenle, bir köy okulu da bir fen lisesi kadar güçlü, saygın ve nitelikli olmalıdır.

Bu idealin merkezinde ise öğretmenler vardır. Öğretmenlik, yalnızca bir meslek değil; bir toplumun geleceğini inşa etme sanatıdır. Atandığı bölgeye, okul türüne ya da öğrencilerinin sınav başarısına göre öğretmenleri sınıflandırmak, değersizleştirmek; eğitimin ruhuna aykırıdır. Bir öğretmen ister büyükşehirde bir proje okulunda, ister dağ köyünde tek sınıflı bir okulda çalışsın, aynı özveriyle desteklenmeli ve aynı gelişim imkânlarına sahip olmalıdır.

Bu nedenle, öğretmenlerin özlük haklarının iyileştirilmesi, mesleki gelişim programlarının yaygınlaştırılması ve karar alma süreçlerine aktif katılımları, yeni eğitim yılının öncelikli gündemi olmalıdır. Unutulmamalıdır ki öğretmen, yalnızca uygulayıcı değil; aynı zamanda bir eğitim politikası üreticisidir.

Toplumda özel okulların daha iyi eğitim sunduğu yönündeki yaygın kanaat de sorgulanmalıdır. İyi eğitim, lüks kampüslerde ya da teknolojik donanımlarla değil; öğrencisini tanıyan, ona inanan, mesleğini seven ve sürekli kendini geliştiren öğretmenlerle mümkündür. Bir köy okulundaki öğretmen de bir özel okul öğretmeni kadar nitelikli olabilir ve bir çocuğun dünyasını değiştirebilir.

Yeni eğitim yılına hazırlanırken, devlet okullarının fiziki altyapılarının güçlendirilmesi, kırsal-kent ayrımının giderilmesi, öğretmen dağılımında adaletin sağlanması ve bölgesel eğitim eşitsizliklerinin ortadan kaldırılması elzemdir. Eğitimde fırsat eşitliği yalnızca okul türleri arasında değil, bölgeler arasında da sağlanmalıdır. Gerçek anlamda demokratik bir eğitim, tüm çocukların eşit haklarla eğitime erişmesiyle mümkündür.

Artık çağdaş pedagojik yaklaşımlara geçmek, öğrencilerin bireysel farklılıklarını dikkate alan, yaratıcı düşünmeyi teşvik eden ve duygusal gelişimi destekleyen bir eğitim modelini tüm okullarda hayata geçirmek ertelenemez bir zorunluluktur. Bu, yalnızca “başarılı” addedilen okullarda değil, ülkenin her köşesindeki tüm okullarda uygulanmalıdır.

Her çocuğun içinde bir cevher vardır. Bu cevherin parlaması için pahalı binalara değil, ona inanan bir öğretmene ve adil bir eğitim sistemine ihtiyaç vardır. Tahta sıralarda oturan çocuklar da akıllı tahtalı sınıflardaki yaşıtları kadar değerlidir ve bu değer, onlara sunulan eğitimle görünür kılınmalıdır.

Her okul en iyi okul olmalı, her öğretmen en iyi öğretmen olmalıdır. Bu bir ideal değil, gerçekleşmesi gereken tarihsel bir görevdir. Bu görev sadece Millî Eğitim Bakanlığı’nın değil; öğretmenlerin, velilerin, sivil toplumun ve toplumun tüm kesimlerinin ortak sorumluluğudur. Yeni eğitim yılına bu bilinçle başlamak, çocuklarımızın geleceğine yapılacak en güçlü yatırımdır.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder