"İnanç, kalıptan çıkınca
sorguya, sorgudan geçince kimliğe dönüşür."
Ekim 2024’te
yapılan ve 6137 kişiyle gerçekleştirilen “Hayat Tarzları Araştırması”,
Türkiye'deki dindarlık oranlarının yıllar içindeki değişimini ortaya koymuş.
Araştırmada özellikle 2008 ile 2025 yılları karşılaştırıldığında bazı veriler
oldukça çarpıcı: Ateist ve inançsız olarak tanımlananların oranı %2’den %8’e
çıkmış. “Dindar” kategorisi %55’ten %46’ya düşerken, “inançlı” olanların oranı
%31’den %34’e hafif bir artış göstermiş. “Sofu” oranı ise değişmemiş: %12.
Bu tabloyu
sadece sayılarla değil, arkasındaki sosyolojik dinamiklerle birlikte okumamız
gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bu veriler, Türkiye toplumunun değişen yapısına,
bireylerin kimlik arayışına, gençlerin sorgulama düzeyine ve dinin kamusal
alandaki temsil biçimlerine dair çok şey söylüyor.
“Dindar” olarak tanımlanan kesimin 2008’deki
%55’lik oranı 2025’te %46’ya düşmüş. Bu, ilk bakışta dindarlığın azaldığı
izlenimini verse de, “inançlı” kategorisindeki artışla birlikte okunduğunda
daha çok bir dönüşüme işaret ediyor. İnsanlar artık kendilerini “dindar” gibi
daha katı, pratikle bağlantılı kavramlarla değil; “inançlı” gibi daha esnek,
daha kişisel ve öznel tanımlarla ifade ediyor olabilirler.
Bu, bana
toplumda bireyselleşmenin ve öznel inanç biçimlerinin arttığını düşündürüyor.
Özellikle genç kuşakların, dini daha çok bir kültürel aidiyet olarak değil;
sorgulanan, seçilen, hatta yeniden tanımlanan bir alan olarak gördüklerini gözlemliyorum.
Verilere göre
ateist ve inançsızların oranı %2’den %8’e çıkmış. Bu, küçümsenmeyecek bir
artış. Bu artışı yalnızca “dinden uzaklaşma” olarak değil, aynı zamanda eğitim
düzeyinin artışıyla, şehirleşmeyle, dijitalleşmeyle ve özellikle de dinin siyasal
alanda araçsallaştırılmasıyla birlikte değerlendirmek gerektiğine inanıyorum.
Zira inancın
siyasallaşması, dini sembollerin ve kavramların kamusal alanda baskı aracı
haline gelmesi, bazı bireyleri inançla arasına mesafe koymaya itiyor. Özellikle
gençlerde bunu sıkça görüyoruz: Dini değil, dini temsil eden yapıları
reddediyorlar. Belki de bu yüzden “inançsızlık” bazen aslında “resmî dindarlığa
tepki” olarak da okunabilir.
Araştırmada
dikkat çeken bir diğer detay, “sofu” olanların oranının %12 ile sabit kalmış
olması. Bu, radikal dindarlık eğilimlerinin toplumda hâlâ güçlü bir tabanı
olduğunu gösteriyor. Yani toplumun bir kısmı daha fazla sorgularken, diğer bir
kısmı inancını daha katı ve tavizsiz bir biçimde yaşamaya devam ediyor.
Bu kutuplaşma,
aslında Türkiye’de dindarlık konusunda homojen bir yapının olmadığını; aksine
çeşitlenen, çoğulculaşan, kimi zaman da çatışan dindarlık biçimlerinin var
olduğunu ortaya koyuyor.
Bu
veriler bana şunu düşündürüyor: Türkiye toplumunda dinin toplumsal işlevi
değişiyor. Geleneksel dindarlık kalıpları yerini daha bireysel, daha eleştirel,
kimi zaman daha mesafeli yaklaşımlara bırakıyor. Artık insanlar inancı miras
gibi devralmak yerine, kendi kimlikleri içinde yeniden şekillendiriyor.
Kimileri
bu durumu “ahlaki çöküş” olarak yorumlasa da ben böyle görmüyorum. Aksine, bu
süreci bireyin özgürleşmesi ve düşünsel özerkliğini kazanması açısından
kıymetli buluyorum. Dindarlık artık tek tip değil; hatta belki de daha önce hiç
olmadığı kadar çok biçimli.
Belki
de artık şu soruyu sorma zamanı geldi: Türkiye’de dindarlık gerçekten azalıyor
mu, yoksa sadece şekil mi değiştiriyor?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder