“Sıralamalar gerçeği değil, sistemin
çarpıklığını gösterir; emeğin değeri rakamlara sığmaz.”
Türkiye’nin en
büyük kitlesel sınavı olan Yükseköğretim Kurumları Sınavı (YKS), her yıl sadece
milyonlarca öğrenciyi değil, aynı zamanda aileleri, öğretmenleri ve eğitim
sisteminin bütününü etkileyen sonuçlar doğuruyor. 2025 yılı yerleştirme
sonuçlarına dair ÖSYM tarafından açıklanan sayısal veriler, yüzeyde “başarı”
gibi görünse de derinlemesine incelendiğinde adalet, planlama, eşitsizlik ve
verimlilik açısından çok sayıda sorun barındırıyor.
Verilere göre
bu yıl:
Toplam 713.021
kontenjan açıldı,
659.483
öğrenci yerleşti,
Yaklaşık
53.538 kontenjan boş kaldı.
Bu rakamlar ilk bakışta olumlu görünebilir.
Ancak detaylı analiz edildiğinde şu çelişki göze çarpıyor:
Devlet
üniversitelerinde kontenjanların neredeyse tamamı doldu.
Vakıf
üniversitelerinde 44 bini aşkın kontenjan boş kaldı.
KKTC
üniversitelerinde de yaklaşık 5.500 kontenjan boş kaldı.
Bu durum,
öğrencilerin en çok devlet üniversitelerini tercih ettiğini, vakıf
üniversitelerinin ise yüksek ücretleri nedeniyle erişilebilir olmaktan
çıktığını gösteriyor. Yani sistem, öğrencilerin tercihlerini “eğitim hakkı”
üzerinden değil, “ekonomik imkânlar” üzerinden belirliyor.
Sayısal puan
türünde Tıp, Diş Hekimliği, Eczacılık gibi bölümler yine en çok tercih
edilenler oldu. Ancak aynı tabloda, mühendislik ve temel bilimler gibi ülkenin
kalkınması için kritik alanlarda boşlukların oluştuğu görülüyor.
Bu tablo birkaç çelişkiye işaret ediyor:
Gençlerin
tercihi tıbbın cazibesiyle sınırlı kalıyor. Sağlık alanı dışında sayısal
öğrencilerin ilgisi giderek azalıyor.
Sanayi ve
teknoloji odaklı bölümler gözden düşüyor. Oysa ülkenin gelişimi için
mühendislik ve temel bilimlere yönelimin artması gerekir.
Sınav
sıralaması yığılmaları artırıyor. Tıp isteyen adayların çoğu sıralama şoku
yaşarken, mühendislik gibi alanlara kaymayı da tercih etmiyor.
Bu tablo,
aslında sınav sisteminin bireylerin mesleki yönelimlerini değil, kısa vadeli
“garanti meslek” algısını beslediğini gösteriyor.
Eşit ağırlık
alanında ise Hukuk, Psikoloji ve PDR gibi bölümler hâlâ en popüler tercihler.
Hukuk fakülteleri, yıllardır mezun bolluğuna rağmen hâlâ ilk tercih olmaya
devam ediyor.
Psikoloji ve
PDR, iş bulma sorunlarına rağmen gençler için cazip.
Buna karşın
İktisat, İşletme, Maliye gibi alanlarda kontenjanların bir kısmı boş kalmış, bu
da söz konusu bölümlerin değeri’nin giderek düştüğünü göstermektedir.
Burada
asıl eleştiri noktası şu: Üniversiteye giriş sistemi, öğrencilere sağlıklı bir
mesleki yönlendirme sunamıyor. Gençler popülerliğin peşinden gidiyor, ülke ise
ihtiyaç duyduğu alanlarda nitelikli mezun bulmakta zorlanıyor.
Tabloların en
çarpıcı kısmı, vakıf üniversitelerindeki boşluklar.
Vakıf
üniversitelerinde toplamda 189.731 kontenjan açıldı, sadece 145.319’u doldu.
Yani 44 binden
fazla kontenjan boş kaldı.
Bu veriler
bize şunu söylüyor: Vakıf üniversiteleri, yükseköğrenimde fırsat eşitliği
sunmuyor. Yüksek ücretler, öğrenci tercihlerini sınırlıyor. Kaliteli vakıf
üniversiteleri dolarken, düşük nitelikli olanlar boş kalıyor. Kısacası,
yükseköğretim sisteminde “parası olanın şansı daha fazla” anlayışı giderek
belirginleşiyor.
En çok
yerleşen adaylar Anadolu liseleri ve fen liselerinden geliyor. Buna karşın,
meslek liseleri ve imam hatip liseleri mezunlarının yükseköğretime yerleşme
oranı oldukça düşük.
Fen
liselerinden mezun olan 61 bin öğrenciden 29 bini yerleşti.
Anadolu
liselerinde bu sayı çok daha yüksek.
Meslek lisesi
öğrencilerinde ise oran dramatik şekilde düşük.
Bu durum,
eğitimdeki fırsat eşitsizliğini net biçimde ortaya koyuyor. Türkiye’de “her
okuldan üniversiteye giden olur” anlayışı gerçekçi değil; nitelikli okulların
mezunları avantajlı, dezavantajlı okullardan gelenler ise geride kalıyor.
YKS
sonuçları, bir başka gerçeği daha gözler önüne seriyor: Eğitim hakkı, giderek
bir ekonomik sermaye meselesine dönüşüyor.
Olanağı olan
öğrenciler, özel ders, kurs ve vakıf üniversitesi seçenekleriyle avantaj elde
ediyor.
Maddi olanağı
kısıtlı öğrenciler, devlet üniversiteleri dışında seçenek göremiyor.
Bu da eğitim
sistemini “sosyal mobilite aracı” olmaktan çıkarıp, sınıfsal eşitsizlikleri
yeniden üreten bir mekanizmaya dönüştürüyor.
2025
YKS sonuçları üzerine yapılabilecek temel eleştiri şu noktada toplanabilir:
Eğitim
planlaması gerçekçi değil. Kontenjanlar açılıyor ama arz-talep dengesi
gözetilmiyor.
Mesleki
yönlendirme zayıf. Gençler popüler alanlara yöneliyor, ülkenin ihtiyaç duyduğu
bölümler boş kalıyor.
Fırsat
eşitsizliği derinleşiyor. Okul türleri, sosyo-ekonomik koşullar ve özel eğitim
imkânları öğrencilerin kaderini belirliyor.
Eğitim
ticarileşiyor. Vakıf üniversitelerinin rolü, fırsat eşitliğini değil, ekonomik
ayrıcalıkları öne çıkarıyor.
2025
YKS sayısal verileri, sistemin “çok çalışanın kazanacağı adil bir yarış alanı”
olmadığını açıkça ortaya koyuyor. Bu tablo, sadece öğrencilerin değil, toplumun
da geleceğini ilgilendiriyor. Çünkü yükseköğretim sistemi, gençlerin umutlarını
törpüleyen değil, onlara eşit fırsatlar sunan bir yapı olmak zorunda.
Türkiye’nin
ihtiyacı olan şey, daha planlı, daha adil ve daha kapsayıcı bir yükseköğretim
politikasıdır. Aksi halde, kontenjanlar dolsa bile boşta kalan hayallerin
sayısı artmaya devam edecektir.
Yorumlar
Yorum Gönder