"Emek değerini yitirince, sahtekârlık
liyakat kılığına girer."
Üniversiteyi
bitirmek, uzun yıllar boyunca toplumda bir başarı ve gelecek garantisi olarak
görülmüştür. Ancak son yıllarda Türkiye'de yaşanan gelişmeler, bu algının hızla
aşındığını göstermektedir. Artık bir diplomaya sahip olmak, iş bulma anlamına
gelmiyor. Daha da vahimi, bazı kişilerin hiç emek vermeden sahte diplomalarla
devlet kadrolarına yerleşmesi. Gerçek mezunlar işsizlik kuyruğunda beklerken,
sahte diplomalılar maaş alıyor, kadro kazanıyor ve belki de ilerliyor. Bu
çarpıklık, sadece bireylerin değil, toplumun adalet duygusunu da zedeliyor.
Son 20 yılda
üniversite sayısının hızla artması, nitelik sorununu beraberinde getirmiştir.
Her ile bir üniversite politikası, yükseköğretimi nicel olarak büyütse de,
içerik ve kalite açısından ciddi sorunlar doğurmuştur. Pek çok bölüm,
öğrencilere yalnızca "diploma" verirken, onları iş dünyasına
hazırlayacak donanımı sağlayamamaktadır. Bunun sonucunda mezun olan gençler,
diplomaları ellerinde ama istihdam dışında kalan bir kuşağa dönüşmüştür.
Bugün
üniversite mezunu olmak, çoğu zaman yalnızca bir "etiket"ten ibaret
hale gelmiştir. Bu etiketi taşıyan bireyler, kamuda torpil, özel sektörde düşük
ücret ve belirsizlikle karşı karşıya kalırken, diplomalarının sahada karşılığı
olmadığını acı bir şekilde deneyimlemektedir.
Son dönemde
kamuoyunu meşgul eden sahte diploma skandalları, sistemdeki çürümüşlüğün somut
bir göstergesidir. Hiçbir yükseköğretim kurumuna gitmeden, sahte belgelerle
öğretmen, hemşire, memur veya idareci olan kişiler; yalnızca bireysel bir suç
değil, aynı zamanda yapısal bir zaafın sonucudur. Bu kişilerin yıllarca maaş
alması, emeklilik hakkı kazanması, toplumsal eşitsizlikleri daha da
derinleştirmektedir.
Gerçek
mezunlar, sınavlara girip elenmekte, yıllarca atanamamakta ya da işsiz
kalmaktadır. Ancak bazen birkaç bağlantı ve sahte bir belgeyle, bazıları bir
gecede sisteme dâhil olabilmektedir. Bu durum yalnızca liyakat ilkesine değil,
toplumun tüm değer sistemine açık bir tehdittir.
Bu çarpık
yapıda kaybeden yalnızca gerçek mezunlar değildir. Toplum da kaybetmektedir.
Sahte diplomalı bir öğretmen, çocuklarımızı eğitmektedir. Sahte diplomalı bir
sağlıkçı, insanların hayatıyla ilgilenmektedir. Liyakatten uzaklaşan her atama,
kamusal hizmetlerin niteliğini düşürmekte ve kamu güvenini zedelemektedir.
Sistemi iyi
bilenler, dürüst olanlar değil; sistemin açıklarını kullananlar kazanıyor gibi
görünmektedir. Bu da gençler arasında umutsuzluğu, sistem karşıtlığını ve
küskünlüğü körüklemektedir. Birçok genç, “Emekle değil, torpille ya da
sahtekârlıkla ilerleniyor” düşüncesine kapılmakta, bu da toplumsal çözülmeyi
hızlandırmaktadır.
Sahte diploma
meselesi, sadece bireysel ahlakla açıklanabilecek bir sorun değildir. Aynı
zamanda kurumların denetim mekanizmalarının zayıflığı, siyasi kayırmacılık,
yargının yavaş işlemesi ve kamu personel sisteminin şeffaf olmaması gibi
yapısal sorunlarla ilgilidir.
Bu bağlamda atılması gereken adımlar
şunlardır:
Tüm kamu personelinin diplomaları, YÖK ve
üniversitelerin arşivlerinden elektronik sistemle doğrulanmalı, geçmişe dönük
taramalar yapılmalıdır.
Sahte diploma kullananların hem adli hem
idari cezaları ağırlaştırılmalı ve bu kişiler kamuoyuna ifşa edilmelidir.
Mülakatlar kaldırılarak merkezi, objektif
sınavlar esas alınmalı; torpilin önü tamamen kesilmelidir.
Üniversitelerin işlevi yeniden gözden
geçirilmeli; gerçek bilgi ve beceri kazandıran programlar teşvik edilmelidir.
Gerçek mezunlara yönelik sosyal destek,
mesleki gelişim ve istihdam teşvik programları uygulanmalıdır.
Sahtekârlığın
Değil, Emek ve Adaletin Kazandığı Bir Toplum Mümkün
Gerçek
diploma sahiplerinin işsiz; sahte diplomalıların ise maaşlı ve statülü olduğu
bir toplumda hiçbir adalet duygusu ayakta kalamaz. Bu çürümüşlük yalnızca
bireysel öfke yaratmaz; aynı zamanda toplumsal kopuşlara da neden olur.
Liyakatin egemen olduğu, emeğin kıymet gördüğü bir sistem kurulmadıkça, genç
kuşaklara umut verilemez.
Dolayısıyla
mücadele yalnızca sahte diplomalarla değil, bu sahteciliği mümkün kılan bütün
yapılarla birlikte yürütülmelidir. Aksi takdirde üniversiteler yalnızca kâğıt
üreten fabrikalara, kamu kurumları da güvenilmez yapılara dönüşmeye devam
edecektir.
Yorumlar
Yorum Gönder