“Çocuğu hayattan korumak
değil, hayatla baş etmeyi öğretmek gerekir.”
Geçen gün bir parkta küçük bir çocuk gördüm.
Elindeki oyuncak arabası düşüp kırılmıştı. Yere çöktü, parçaları toparladı ama
onları birleştiremeyeceğini fark edince gözleri doldu. Tam o sırada annesi
koşarak geldi:
— “Üzülme, hemen yenisini alırız” dedi ve
kırık oyuncağı çöpe attı.
Çocuk ağlamayı bıraktı, ama parçaları
onarmaya da çalışmadı. Çünkü artık öğrenmişti: Bir şey bozulduğunda onarmak
yerine beklemek daha kolaydı.
O an düşündüm; biz çocuklarımızı hayattan
koruyor muyuz, yoksa onları hayatın zorluklarına karşı güçsüz mü bırakıyoruz?
Tüketim toplumunda çocukların istekleri çoğu
zaman anında karşılanıyor. Bu durum, bekleme, sabretme ve ödülü erteleme
becerilerini zayıflatıyor. Gelişim psikolojisi bize gösteriyor ki, gerçek
sevinç ve tatmin, bekleyişin ve emeğin sonunda anlam kazanır. Sürekli sunulan
hazlar, tatmin eşiğini yükseltir ve bireyin hiçbir şeyden keyif alamamasına yol
açar.
Üzülmek, başarısız olmak, hayal kırıklığı
yaşamak… Bunlar çocukların empati geliştirmesi ve duygusal dayanıklılık
kazanması için gerekli deneyimlerdir. Kendi acısıyla yüzleşmeyen bir birey,
başkasının acısını derinden hissedemez. Oysa modern ebeveynlik, çocukları bu
duygulardan uzak tutmaya çalışarak farkında olmadan empati kapasitesini
köreltiyor.
Jean Piaget’nin belirttiği gibi, bilişsel
gelişim çocuğun kendi deneyimleriyle dünyayı keşfetmesiyle mümkün olur. Ancak
dijital cihazlarla sürekli meşgul edilen çocuklar, sıkılmaya fırsat bulamıyor.
Oysa sıkılmak, hayal gücünü devreye sokar ve yaratıcılığı tetikler. Sıkıntıdan
mahrum kalan çocuk, içsel üretkenlik fırsatını da kaybeder.
Lev Vygotsky’nin “yakınsal gelişim alanı”
teorisine göre çocuk, bazı şeyleri destekle öğrenebilir. Ancak bu destek
aşırıya kaçtığında öğrenme yerine bağımlılık gelişir. Ebeveynin her sorunu
çözmesi, çocuğun kendi başına problem çözme becerisini köreltir ve bilişsel
bağımsızlığını engeller.
Albert Bandura’ya göre öz yeterlilik, bireyin
kendi becerilerine güvenmesini sağlar. Çocuklara küçük yaşlardan itibaren kendi
başlarına görevler verilmesi bu güvenin temelidir. Ancak aşırı koruma ve
müdahale, çocukta “yapamam” duygusunu pekiştirir ve yetişkinlikte inisiyatif
almaktan kaçınan bireyler ortaya çıkarır.
Son yıllarda hem eğitim sisteminde hem de
ailelerde gözlenen eğilim, akademik performansı karakter gelişiminin önüne
koymak. Oysa gerçek eğitim, bilişsel becerilerin yanı sıra etik, sosyal ve
duygusal değerleri de kapsar. Ahlaki değerlerin ihmal edilmesi, uzun vadede
toplumun güven, adalet ve dayanışma gibi temel ilkelerini aşındırır.
Çocuğun okulda sağlıklı bir öğrenme süreci yaşaması, öğretmenle kurduğu güvene dayalı ilişkiye bağlıdır. Evde öğretmen otoritesinin sürekli eleştirilmesi, bu güveni zedeler. Eğitim sosyolojisinde öğretmen, yalnızca bilgi aktaran değil, toplumsal düzenin taşıyıcısıdır. Bu figürün itibarsızlaştırılması, eğitimin otoritesini sarsar.
Dijital cihazlara bağımlı hâle gelen
çocuklar, akranlarıyla yüz yüze iletişim kurma fırsatını yitirir. Oysa
paylaşma, çatışma, uzlaşma ve oyun gibi deneyimler sosyal becerilerin
gelişmesinde belirleyicidir. Ekran süresi arttıkça bu beceriler geri plana
itilir.
Modern ebeveynlikte çocuklar okuldan sonra
kurs ve etkinliklerle yoğun bir programa yönlendirilir. Bu, aile içinde
geçirilen nitelikli zamanı azaltır. Oysa aile, yalnızca bakım sağlayan değil;
değer aktaran ve duygusal bağ kuran bir yapıdır. Bu bağların zayıflaması,
çocuğun köklerinden uzaklaşmasına neden olabilir.
Çocukların özel anlarının sosyal medyada
paylaşılması, mahremiyet bilincinin gelişmesini engeller. Mahremiyet, bireyin
kendilik sınırlarını tanıması ve koruması için hayati önemdedir. Bu sınırlar
zayıfladığında, birey istismar ve manipülasyona açık hâle gelir.
Modern ebeveynliğin korumacı, müdahaleci
ve performans odaklı yapısı; çocukların özgüveninde, sosyal becerilerinde ve
ahlaki değer dünyasında kalıcı yaralar açabilir. Eğitim, yalnızca akademik
başarı değil; karakter, değer, yaratıcılık ve toplumsal bağları da kapsayan
bütüncül bir süreçtir.
Çocuğun hayata dokunmasına, düşmesine,
üzülmesine ve tekrar ayağa kalkmasına izin vermek; onları gerçek anlamda hayata
hazırlamanın en sağlıklı yoludur.
Yorumlar
Yorum Gönder