Eğitimde Yeni Yıl, Eski Sorunlar

 “Okullarda ders bir türlü çözülmeyen sorunlarla başladı.”

8 Eylül Pazartesi sabahı, ülkenin dört bir yanında okul zilleri yeniden çaldı. Milyonlarca öğrenci sırtında çantasıyla umutla yola koyuldu, yüzbinlerce öğretmen dersliklerin kapısını açtı, veliler ise heyecanla çocuklarını yeni bir başlangıca uğurladı. Her eğitim yılı gibi bu yıl da “umut” sözcüğüyle başladı; çünkü eğitim, bir ülkenin geleceğini kuran en güçlü temeldir. Ne var ki bu coşkulu atmosferin ardında ağır bir gölge var: yıllardır biriken yapısal sorunlar, çözümsüz bırakılan krizler ve giderek derinleşen eşitsizlikler. Yeni müfredat tartışmalarından öğretmen açığına, ekonomik sıkıntılardan anadilde eğitim taleplerine kadar bir dizi mesele hâlâ masada bekliyor. Böylece 2025-2026 eğitim-öğretim yılı da, beklentilerden çok sorunların ağırlığını hissettiren bir başlangıçla kapılarını açtı.

Yıllardır çözülmeyen en temel problem, öğretmen açığıdır. Yüz binlerce genç öğretmen adayı diplomalı ama işsizken, devlet okullarında on binlerce ders ücretli öğretmenle doldurulmaya çalışılıyor. KPSS’nin yerine getirilen AGS sistemi de belirsizlik yaratmış, öğretmen adaylarında kaygı ve güvensizlik üretmiştir. Bu tablo, eğitimde niteliği zayıflattığı gibi genç kuşakların meslek hayallerini de kırıyor.

Özel okullar ile devlet okulları arasındaki fark, her yıl daha da büyüyor. Maddi imkânı olan aileler çocuklarını özel okullara yönlendirirken, devlet okulları kaynak yetersizliği, kalabalık sınıflar ve yıpranmış fiziki koşullarla mücadele ediyor. Özellikle kırsal bölgelerde öğrenciler hâlâ taşımalı eğitimle, kalabalık sınıflarla ve öğretmensiz derslerle karşı karşıya kalıyor.

Ekonomik krizin en çok hissedildiği alanlardan biri de eğitim oldu. Yüzbinlerce öğrenci okula aç gidiyor, beslenme çantaları boş. Devletin ücretsiz yemek uygulaması hâlâ sınırlı sayıda okulda yürütülüyor. Eğitimde başarı için temel koşullardan biri olan sağlıklı beslenme hakkı, bir ayrıcalık gibi sunuluyor.

Yeni müfredat, bilimsel eğitimden uzaklaşma tartışmalarını beraberinde getirdi. Ezbere dayalı, sorgulamayı ve eleştirel düşünmeyi ikinci plana atan programlar, öğrencilerin dünyaya açık bireyler olarak yetişmelerini engelliyor. Eğitimde liyakat yerine ideolojik yönelimlerin ön planda olması, uzun vadede toplumsal gelişmeyi de tıkıyor.

Pandemi sonrası dönemde artan kaygı, depresyon ve uyum sorunlarına rağmen okullarda yeterli psikolojik danışman ve sosyolog bulunmuyor. Öğrencilerin duygusal ve sosyal ihtiyaçları çoğu zaman görmezden geliniyor. Oysa sağlıklı bir nesil yetiştirmenin yolu sadece ders kitaplarından değil, ruhsal ve sosyal destekten geçiyor.

Çok dilli ve çok kültürlü bir toplumda eğitim hâlâ tek dilli bir kalıba sıkıştırılıyor. Anadilde eğitim talebi karşılanmadığı için özellikle Kürt çocukları, hem kimlik hem de pedagojik açıdan dezavantajlı başlıyor. Bu durum sadece eğitimsel değil, aynı zamanda toplumsal barış açısından da ciddi bir engel oluşturuyor.

Öğretmenler düşük maaş, yoğun bürokrasi, artan veli baskısı ve sürekli değişen sistemler arasında tükenmişlik yaşıyor. Öğretmenin toplumdaki saygınlığı azalırken, mesleğin cazibesi de giderek kayboluyor. Bu durum doğrudan öğrencilerin eğitimine yansıyor.

2025-2026 eğitim-öğretim yılı, fırsat eşitsizliği, öğretmen açığı, ekonomik kriz, müfredat tartışmaları ve ideolojik yönelimlerin gölgesinde başlıyor. Eğitim, bir ülkenin geleceğini inşa eden en temel alanken, sorunların her yıl kronikleşmesi sadece bugünü değil, gelecek kuşakların umutlarını da törpülüyor. Çocukların açlıkla, yoksullukla, kimlik ve dil sorunlarıyla eğitime başlaması, onların eşit yurttaşlık haklarından mahrum bırakılması anlamına geliyor. Öğretmenlerin güvencesiz koşullarda çalışması, toplumun en saygın mesleklerinden birinin değer kaybına uğraması, eğitim sisteminin köklü bir krize sürüklendiğinin işareti. Gerçek bir eğitim reformu, yalnızca dersliklerin çoğaltılması ya da müfredat değişiklikleriyle değil, öğrenciyi merkeze alan, öğretmeni güçlendiren, farklı kimlik ve dilleri tanıyan, toplumsal eşitsizlikleri azaltmayı hedefleyen kapsamlı bir yaklaşım ile mümkün olabilir. Eşitlikçi ve özgürlükçü bir eğitim anlayışı benimsenmediği sürece, her yeni eğitim yılı aynı sorunların tekrarlandığı bir kısır döngüye dönüşecek ve ülkenin geleceğini inşa etmesi gereken okullar, tam tersine geleceğin heba edildiği mekânlara dönüşme riskiyle karşı karşıya kalacaktır.

Yorumlar