“Öğrenci aç, okul güvensiz; eğitim eksik.”
TÜSİAD ve Eğitim Raporu Girişimi tarafından açıklanan bulgular, Türkiye’deki öğrencilerin yalnızca akademik değil, aynı zamanda temel yaşam ihtiyaçları ve güvenlik açısından da ciddi sorunlarla karşı karşıya olduğunu ortaya koymaktadır. Öğrencilerin yüzde 31’inin okula kahvaltı yapmadan gitmesi, yüzde 19,2’sinin maddi imkânsızlıklar nedeniyle en az bir gün aç kalması ve yüzde 2’sinin akşam yemeği yememesi, eğitim sürecinin biyolojik ve psikolojik temellerini tehdit eden göstergelerdir. Bunun yanında, öğrencilerin çetelerle ve silah taşıyan akranlarla karşılaştığını belirtmesi, eğitim ortamının güvenliğini sorgulanır hale getirmektedir.
Eğitim psikolojisi, öğrencilerin öğrenme süreçlerini etkileyen bilişsel, duygusal ve davranışsal faktörleri inceler. Bu bağlamda: Kahvaltı yapmayan veya gün içinde aç kalan öğrencilerde dikkat süresinin kısaldığı, problem çözme becerilerinin zayıfladığı ve bellek performansının düştüğü bilimsel araştırmalarla kanıtlanmıştır. Açlık, yalnızca bedensel değil aynı zamanda duygusal bir gerilime yol açar. Bu durum, öğrencilerin derse odaklanamamasına, kaygı düzeylerinin artmasına ve okul başarısının düşmesine sebep olur.
Düzenli beslenemeyen çocuklarda depresyon, kaygı ve özgüven sorunlarının daha yaygın olduğu görülmektedir.
Ayrıca güvenlik kaygısı yaşayan öğrenciler, kendilerini sürekli tehdit altında hissettikleri için sağlıklı bir öğrenme motivasyonu geliştiremezler.
Okulda şiddet ortamına maruz kalan öğrenciler, öğrenme süreçlerinde travmaya bağlı dikkat dağınıklığı ve davranışsal sorunlar yaşayabilir.a
Bandura’nın sosyal öğrenme kuramına göre, öğrenciler şiddeti gözlemleyerek öğrenir ve bu davranışları model alma yoluyla içselleştirebilir. Bu da şiddetin kuşaktan kuşağa aktarılma riskini artırır.
Eğitim sosyolojisi, okulun toplumsal yapı içindeki işlevlerini ve öğrencilerin sosyal çevreleriyle ilişkilerini ele alır. Bu bağlamda: Öğrencilerin beslenme sorunları, eğitimde fırsat eşitsizliğinin somut bir göstergesidir. Orta ve üst gelir gruplarındaki öğrenciler daha düzenli beslenme imkânına sahipken, yoksul öğrenciler eğitim sürecine baştan dezavantajlı başlar.
Pierre Bourdieu’nun “kültürel sermaye” kavramı bu bağlamda önemlidir. Ekonomik sermayesi zayıf olan aileler, çocuklarının eğitim sürecine katkıda bulunamaz ve bu durum toplumsal eşitsizliklerin yeniden üretimine yol açar.
Çeteler ve silah taşıyan öğrenciler, okulun güvenli bir öğrenme mekânı olma işlevini zayıflatır. Eğitim sosyolojisi açısından bakıldığında bu durum, okulun toplumsal entegrasyonu sağlama görevini yerine getirememesi anlamına gelir.
Emile Durkheim, eğitimi toplumsal düzenin inşasında temel kurum olarak tanımlar. Ancak şiddet, eğitimin bu düzen kurucu rolünü aşındırır ve okulun sosyal kontrol işlevini etkisiz hale getirir.
Okullardaki şiddet, yalnızca bireysel bir sorun değil, aynı zamanda toplumdaki genel şiddet kültürünün yansımasıdır. Mahallede, ailede veya medyada görülen şiddet, okullara taşınmakta ve öğrenci kimliğinin bir parçası haline gelmektedir.
Sosyolojik açıdan, bu sorunların çözümü yalnızca okulun değil, aynı zamanda ailelerin, yerel yönetimlerin ve devletin ortak sorumluluğundadır.
Elde
edilen veriler, eğitim sisteminin yalnızca ders başarısı değil, aynı zamanda
öğrencilerin temel ihtiyaçlarının karşılanması ve güvenli bir öğrenme ortamının
sağlanması gibi çok boyutlu sorunlarla karşı karşıya olduğunu göstermektedir.
Eğitim psikolojisi, bu sorunların bireysel düzeyde öğrenme süreçlerine nasıl
zarar verdiğini ortaya koyarken; eğitim sosyolojisi, bu problemlerin toplumsal
köklerini ve yeniden üretim mekanizmalarını görünür kılar.
Bu
bağlamda, okullarda ücretsiz yemek programları, psikolojik danışman ve sosyolog
istihdamı, şiddet önleme politikaları ve aile-okul işbirliğinin güçlendirilmesi
hem pedagojik hem de toplumsal açıdan zorunlu hale gelmektedir.
Yorumlar
Yorum Gönder