Sorun Öğretmenlerde Değil, Eğitim Politikalarında!

“Merdiven altı kurs yoktur, merdiven altına itilmiş eğitim politikaları vardır.”

Son günlerde eğitim gündemini meşgul eden tartışmalar, sorunun kaynağını yanlış yerde aradığımızı bir kez daha gözler önüne sermektedir. Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in “Sınavı kazanamadıkları için merdiven altı kurs açıyorlar” şeklindeki açıklaması, yalnızca öğretmenlerin emeğini küçümsemekle kalmamakta, aynı zamanda eğitimdeki yapısal sorunların üzerini örtmektedir. Oysa ortada apaçık bir gerçek vardır: Asıl problem bireysel öğretmenlerde değil, uzun yıllardır sürdürülen yanlış eğitim politikalarındadır.

Türkiye’de her yıl yüzbinlerce öğretmen adayı atama beklemektedir. Ancak atama sürecindeki adaletsizlik, sistemin en büyük sorunlarından biridir. Mülakat sistemi, liyakat ilkesini zedeleyen bir araç haline gelmiştir. Torpil, kayırmacılık ve siyasi yakınlık gibi kriterlerin ön plana çıktığı bu süreç, hem öğretmen adaylarının emeğini hiçe saymakta hem de toplumun adalet duygusunu zedelemektedir.

Kadrolu öğretmen ihtiyacının yüksek olmasına rağmen, devletin tercih ettiği “ücretli öğretmenlik” uygulaması da ayrı bir sorundur. Yıllarca emek vererek öğretmenlik diploması alan gençler, geçici sözleşmelerle, düşük ücretlerle ve güvencesiz koşullarda çalışmaya mahkûm edilmektedir. Bu durum yalnızca öğretmenler için değil, öğrenciler için de olumsuz sonuçlar doğurmaktadır. Çünkü sürekli değişen öğretmenler, öğrencilerin eğitim hayatında süreklilik ve istikrarı engellemektedir.

Eğitimde temel sorunlardan biri de planlama eksikliğidir. Öğretmen ihtiyacı yıllar öncesinden belli olmasına rağmen, yeterli kontenjan açılmamakta, üniversitelerden mezun olan öğretmen adaylarının sayısı ile atanan öğretmen sayısı arasındaki uçurum her yıl büyümektedir. Bu plansızlık sonucunda binlerce öğretmen, mesleğini yapamadan işsiz kalmakta; kimileri geçimini sağlamak için farklı sektörlere yönelmekte, kimileri ise özel öğretim kurumlarında düşük ücretlerle çalışmak zorunda bırakılmaktadır.

Bu noktada özel öğretim kurslarını yalnızca “merdiven altı” faaliyetler olarak nitelemek haksızlıktır. Gerçekçi olmak gerekirse, bu kurslar eğitim sistemindeki boşlukların bir sonucu olarak ortaya çıkmış ve zamanla önemli bir ihtiyacı karşılamaya başlamıştır.

Resmî okullarda kalabalık sınıflar, yetersiz bireysel ilgi, yoğun müfredat ve sınav odaklılık nedeniyle öğrenciler, akademik anlamda ciddi eksiklikler yaşamaktadır. Bu eksiklikler çoğu zaman kurslarda giderilmekte, öğrenciler bire bir ya da küçük gruplar halinde daha nitelikli destek alma imkânı bulmaktadır. Dolayısıyla özel kurslar, sistemin başarısızlığını telafi eden bir “tamamlayıcı eğitim alanı” işlevi görmektedir.

Eğer öğrenciler kurslara yöneliyorsa, bu öğretmenlerin yetersizliğinden değil; aksine öğretmenlerin özverili çabalarına rağmen eğitim politikalarının gerçek ihtiyaçları karşılayamamasındandır. Özel kurslar, devlet okullarının başaramadığı sınav hazırlık sürecini üstlenmekte, öğrencilerin rekabetçi sınav sisteminde ayakta kalmasını sağlamaktadır.

Bugün geldiğimiz noktada, öğretmenleri hedef alan söylemler çözüm değil, sorunun büyümesine neden olmaktadır. Öğretmenlerin emeğini küçümsemek, toplumsal saygınlıklarını zedelemek, onların motivasyonunu kırmak, yalnızca eğitimin niteliğini daha da düşürür. Oysa eğitim, yalnızca öğretmenlerin çabasıyla değil; planlı, adil ve bilimsel politikalarla şekillenir.

Türkiye’de eğitimin temel sorunları, günübirlik tartışmalarla ya da öğretmenleri suçlayarak çözülemez. Gerekli olan, öğretmen atamalarında liyakati esas alan, torpili ve kayırmacılığı ortadan kaldıran bir sistem inşa etmektir. Ücretli öğretmenlik gibi geçici ve güvencesiz istihdam biçimleri kaldırılmalı, her öğretmen kadrolu ve güvenceli bir şekilde görevlendirilmelidir. Eğitimde uzun vadeli planlama yapılmalı, hangi yıl kaç öğretmene ihtiyaç olacağı şeffaf ve bilimsel kriterlerle belirlenmelidir.

Ayrıca, resmi okulların sınavlara hazırlık noktasında yetersiz kaldığı gerçeği kabul edilmeli, okul müfredatı ve öğretim yöntemleri öğrencilerin gerçek ihtiyaçlarına göre yeniden düzenlenmelidir. Böylelikle kursların zorunlu bir ihtiyaç haline gelmesinin önüne geçilebilir.

Eğitim sisteminde yıllardır süregelen sorunların sorumlusu öğretmenler değildir. Plansız atamalar, adaletsiz mülakatlar, öğretmen emeğinin değersizleştirilmesi ve resmi okulların sınav sürecini yönetememesi gibi sorunlar, doğrudan siyasi iktidarların tercih ettiği eğitim politikalarının sonucudur. Eğer öğrenciler kurslara yöneliyorsa, bunun nedeni öğretmenlerin yetersizliği değil, eğitim sisteminin ihtiyaçları karşılayamamasıdır.

Dolayısıyla tartışılması gereken konu, öğretmenlerin açtığı kurslar değil, devletin yıllardır çözemediği yapısal eğitim sorunlarıdır. Eğitimde köklü reformlar yapılmadıkça, öğretmenler de öğrenciler de sistemin mağduru olmaya devam edecektir.

 

Yorumlar