“Aç kalan çocuk öğrenemez; öğrenemeyen
çocuk, geleceğin eşit yurttaşı olamaz.”
Türkiye’de her
3 çocuktan 1’inin yoksul olduğu, her 5 çocuktan 1’inin okula aç gittiği
verileri, yalnızca ekonomik eşitsizliklerin değil aynı zamanda eğitim
sisteminin geleceğini de tehdit eden bir tabloyu ortaya koymaktadır. Yeterli
beslenemeyen bir çocuğun öğrenme kapasitesi, psikolojik gelişimi ve toplumsal
aidiyet duygusu doğrudan etkilenmektedir. Buna rağmen Türkiye’de okul yemeği
konusunda hâlâ sistemli ve ulusal ölçekte bir program yürürlüğe girmemiştir.
Üstelik okul kantinlerindeki gıda fiyatlarının aile bütçeleriyle
karşılanamayacak düzeyde pahalı olması, çocukların beslenme sorununu daha da derinleştirmekte
ve açlıkla öğrenme arasındaki uçurumu büyütmektedir.
Oysaki İran,
Hindistan, Brezilya gibi gelişmekte olan ülkeler dahi, okul yemeği
uygulamalarını temel bir sosyal politika olarak hayata geçirmiştir. Daha da
önemlisi, İngiltere, Finlandiya, İsveç, Japonya gibi gelişmiş ülkelerde okul
yemeği yalnızca beslenme değil, aynı zamanda pedagojik bir araç, eğitim
sürecinin ayrılmaz bir parçası olarak görülmektedir.
Pedagojik
araştırmalar göstermektedir ki, yetersiz beslenen çocukların:
Dikkat süreleri
kısalmakta,
Bellek
kapasiteleri düşmekte,
Problem çözme
ve yaratıcı düşünme becerileri zayıflamakta,
Devamsızlık
oranları artmaktadır.
Açlık, sınıfta
öğretmen ne kadar iyi bir yöntem uygularsa uygulasın, öğrenme sürecini doğrudan
kesintiye uğratır. Çocuğun zihni açlığın yarattığı biyolojik alarm durumuna
odaklanır; bilgiye değil, hayatta kalmaya yönelir.
Eğitim, fırsat
eşitliği ile anlam kazanır. Ancak ekonomik olarak dezavantajlı ailelerin
çocukları okula aç geldiğinde, aslında ders başlamadan önce bile eşitsiz bir
konuma düşmektedir. Orta sınıf ailelerin çocukları kahvaltı yaparak derse
girerken, yoksul çocuklar için öğrenme yarışına geriden başlamak pedagojik
açıdan kalıcı eşitsizlik üretir.
Okul yemeği bu
noktada yalnızca fizyolojik açlığı gidermeye değil, aynı zamanda sosyal
eşitliği sağlama görevine de hizmet eder.
Okul
yemekleri, çocuklar için yalnızca beslenme değil, aynı zamanda birlikte öğrenme
ve sosyalleşme alanıdır. Finlandiya ve Japonya’da okul yemeği ders programının
bir parçası olarak değerlendirilir; öğrenciler birlikte yemek yer, hatta yemek
hazırlığına katılır. Bu, çocuklarda topluluk bilincini, paylaşmayı ve aidiyet
duygusunu geliştirir. Türkiye’de bu eksiklik, özellikle yoksul çocukların okula
yabancılaşmasını artırmaktadır.
Okul
yemeği uygulamalarının olmaması, kısa vadede dikkat dağınıklığı ve öğrenme
güçlüğü, uzun vadede ise:
Eğitimden
kopma,
Okul terk
oranlarının yükselmesi,
İş gücü
piyasasında niteliksiz emek arzının artması,
Yoksulluğun nesiller arası aktarımı gibi ciddi pedagojik ve sosyolojik sorunlara yol açmaktadır.
Türkiye’de
okul yemeği konusunda ciddi bir çalışmanın olmamasının nedenleri birkaç boyutta
ele alınabilir:
Kamu
bütçesinde eğitimde altyapı yatırımları öne çıkarılırken sosyal destekler geri
planda kalmaktadır.
Okul yemeği
hâlâ bir “lüks” ya da “yardım” gibi görülmekte, “hak” perspektifinden
değerlendirilmemektedir.
Eğitim, sadece
ders anlatımıyla sınırlı görülmekte, çocuğun bütünsel gelişimi (psikolojik,
sosyal, fizyolojik) ihmal edilmektedir.
Türkiye’de
çocukların önemli bir kısmı okula aç gidiyorsa, bu yalnızca bir sosyal devlet
sorumluluğu değil aynı zamanda bir pedagojik zorunluluk olarak ele alınmalıdır.
Okul yemeği programı, yalnızca yoksul çocukları değil tüm öğrencileri
kapsamalı; böylece hem stigma (damgalanma) önlenmeli hem de eğitimin eşitlikçi
niteliği güçlendirilmelidir.
Çocuğun
zihinsel, sosyal ve duygusal gelişimini güvenceye almadan yapılan her eğitim
politikası, eksik kalmaya mahkûmdur. Bu yüzden okul yemeği, “beslenme” değil,
doğrudan “öğrenme hakkı” olarak görülmelidir.

Yorumlar
Yorum Gönder