Diyarbakır’da Mahalle Çeteleri

“Korkuya sessizlikle değil, dayanışmayla karşı durulur.”

Son yıllarda Diyarbakır’ın bazı mahallelerinde çeteleşme olgusu ciddi bir toplumsal güvenlik sorununa dönüşmüş durumda. Çelik yeleklerle gezen, motosikletlerle sokaklarda devriye atan, sağa sola ateş açarak korku salan gruplar artık sıradan vatandaşın gündelik hayatının parçası hâline geldi. Bu grupların çoğu yalnızca gösteriş peşinde değildir; hırsızlık, uyuşturucu ticareti, gasp ve tehdit gibi suçlarla doğrudan bağlantılı oldukları bilinmektedir. Ancak en çarpıcı olan, mahalle sakinlerinin sessizliğidir. Çünkü bu çeteler, çevrelerindeki insanları tehdit ederek şikâyet mekanizmasını işlemez hâle getirmektedir.

Mahallelerde yaşayan yurttaşlar, akşam saatlerinde sokağa çıkmaktan çekiniyor. Bir zamanlar çocukların top oynadığı, komşuların kapı önlerinde sohbet ettiği alanlar, artık silah seslerinin yankılandığı birer korku alanına dönüşmüş durumda. Bu sessizlik, sadece korkudan değil, aynı zamanda devlete olan güvenin zayıflamasından da kaynaklanıyor. İnsanlar, şikâyet etseler bile bir sonuç alınmayacağına inanıyor. Bu inanç, çetelerin işini kolaylaştırırken, toplumun direncini zayıflatıyor.

Çetelerin artışı yalnızca bireysel suça indirgenemez. Bu durum, yoksulluk, işsizlik, eğitimsizlik ve aidiyet eksikliği gibi sosyoekonomik faktörlerin doğrudan ürünüdür. Özellikle gençler arasında işsizlik oranlarının yüksekliği, onları kolay para kazanma vaadiyle bu yapılara çekiyor. Devletin ve yerel yönetimlerin gençlik politikalarının zayıflığı, spor, sanat veya istihdam alanlarının yetersizliği, şiddetin bir “güç dili” olarak meşrulaşmasına yol açıyor.

Bu gençlerin kendilerine özgü bir görünüş biçimi de oluşmuş durumda: kendine özgü saç tıraşları, fileli spor ayakkabıları ve yandan çizgili eşofman altlarıyla bulundukları her ortamda kolayca dikkat çekiyorlar. Bu giyim tarzı yalnızca bir moda tercihi değil, aynı zamanda “mahallenin alt kültür kimliği”ni temsil ediyor. Kıyafetler, saç stilleri ve beden dilleriyle toplumdan ayrışarak bir tür “biz” duygusu oluşturuyorlar. Böylece şiddet, yalnızca davranışta değil, dış görünüşte de bir kimlik beyanına dönüşüyor.

Çete üyeleri, çoğu zaman kimlik arayışında olan gençlerden oluşuyor. Toplum tarafından dışlanmış, sesini duyuramayan bu gençler, “korku” yoluyla görünür olmayı seçiyor. Sosyolog Pierre Bourdieu’nun ifadesiyle, bu bir tür “sembolik sermaye üretimi”dir; güç, silah ve korku aracılığıyla saygı kazanma çabası.

Bir başka önemli boyut, Diyarbakır’ın kadim mahalle dayanışma kültürünün çözülmesidir. Eskiden mahalle büyükleri, aileler ve komşular arasında güçlü bir denetim ağı vardı. Çocuklar mahallenin ortak sorumluluğu sayılırdı. Ancak göç, kentsel dönüşüm ve toplumsal çözülme süreçleri bu yapıyı dağıttı. Ortaya çıkan boşluğu ise gayrimeşru güçler doldurdu. Bugün çeteler, adeta kendi “mahalle düzenini” kurmuş durumda: kim girip çıkabilir, kim kiminle konuşabilir, hangi sokakta kim dolaşabilir… Tüm bu kurallar, devletin yerine geçen yerel otoriteler tarafından belirleniyor.

En tehlikeli durum, korkunun kolektif bir norm hâline gelmesidir. İnsanlar, sessiz kalmanın hayatta kalmak için tek seçenek olduğuna inanıyor. Böylece çeteler yalnızca silah gücüyle değil, psikolojik tahakküm ile de hüküm sürüyor. Toplumsal sessizlik, suçun görünmezliğini artırıyor; görünmezlik ise cezasızlığı doğuruyor.

Bu sorunun çözümü, yalnızca güvenlik önlemleriyle mümkün değildir.

Öncelikle, gençlere yönelik sosyal politikalar geliştirilmelidir. Spor salonları, sanat atölyeleri, istihdam programları, gençlik merkezleri — bunlar çetelerin cazibesini azaltacak en etkili araçlardır.

Eğitim kurumları, özellikle dezavantajlı bölgelerde, sadece akademik değil, sosyal dayanışmayı da öğreten merkezlere dönüştürülmelidir.

Mahalle dayanışma ağları yeniden canlandırılmalı; muhtarlar, sivil toplum kuruluşları ve yerel yönetimler birlikte hareket etmelidir.

En önemlisi, halkın devlete olan güveni yeniden tesis edilmelidir. İnsanlar, şikâyet ettiklerinde korunduklarını görmek zorundadır.

Diyarbakır’da çeteleşme yalnızca asayiş sorunu değildir; toplumsal çözülmenin bir göstergesidir. Bu sessizlik devam ederse, çeteler sadece sokaklarda değil, insanların zihinlerinde de yer edinecektir. Oysa bu şehir, binlerce yıllık tarihinin hiçbir döneminde korkuya teslim olmamıştır. Diyarbakır’ın yeniden güvenle nefes alabilmesi, korkunun değil dayanışmanın güç kazanmasına bağlıdır.

 

Yorumlar