“Eğitim Çocukları mesleğe değil, hayata
hazırlar; çünkü erken yönlendirme geleceği daraltır, eğitim ise geleceği
genişletir.”
Milli Eğitim
Bakanı Yusuf Tekin, bir gazetede yayımlanan yazısında ortaokul çağındaki
çocukların mesleki eğitime yönlendirilmesini, eğitimin şirket ihtiyaçlarına
göre düzenlenmesini ve okulların “üretim merkezi” hâline getirilmesini övgü
dolu ifadelerle anlattı.
Teşviklerden,
firmalarla yapılan protokollerden, üretim yapan okullardan bahsediyor. Üstelik
tüm bunları bir başarı olarak sunuyor.
Ama bu başarı
hikâyesinin kazananı kim?
Çocuklar mı,
yoksa ucuz iş gücü arayan sektörler mi?
Eğitimin asli
unsuru olan çocuğun gelişimi bu anlatıda neredeyse yok. Bu yaklaşımı “vizyon”
diye pazarlamak, pedagojinin temel ilkelerini hiçe saymaktır.
12–14 yaş
arası çocuğu mesleğe yönlendirmek, en hafif tabirle eğitim bilimini yok
saymaktır.
Bu yaşlarda
bir çocuğun kimliği daha yeni oluşmaktadır. İlgi alanları, yetenekleri,
merakları sürekli değişir. Bu dönemde yapılan yönlendirmeler çocuğun geleceğini
daraltır, onun adına erken bir seçim yapar.
Çocuk, daha
hayat hakkında fikir sahibi bile değilken, onun adına meslek seçilmesini
pedagojik bir model diye sunmak bilimsel temeli olmayan bir dayatmadır.
Bakanlık,
eğitimin şirketlerin ihtiyaçlarına göre şekillendirilmesiyle övünüyor.
Bu açıkça şunu
söylüyor:
“Çocuğun
değil, sektörün ihtiyaçlarını önceleyeceğiz.”
Eğitim, özel
sektörün eleman açığını kapatma kurumu değildir.
Çocuklar da
ekonominin dişlisine sıkıştırılacak ham madde değildir.
Şirketlerin
talepleri, çocuğun gelişiminden üstün tutuluyorsa burada artık eğitimden değil,
iktisadi bir mühendislikten bahsediyoruz. Bunun sonucu da pedagojik değil,
toplumsal tahribattır.
Okulları
üretim merkezine çevirmek, “öğrencinin el becerisini geliştirmek” diye
pazarlanıyor.
Gerçekte ise
bu model, çocukların iş yerinin baskısıyla tanıştırılmasının makyajlı bir
yoludur.
Hedefler,
üretim adetleri, zaman baskısı, iş disiplini, hiyerarşi… Bunlar bir çocuğun omzuna
yüklenebilecek yükler değildir.
Bir çocuk,
özellikle de ortaokul çağında, bir işçinin psikolojik koşulları ile
karşılaşmamalıdır.
Buna “eğitim”
denmesi, gerçeği perdelemez.
Bu, çocuk
emeğinin kurumsallaştırılmasıdır.
Bu
tür politikaların en çok kimleri etkilediğini söylemeye gerek yok:
Ekonomik
olarak dezavantajlı ailelerin çocuklarını.
Akademik
olarak desteklenmesi gereken çocuklar “mesleğe yönlendiriliyor”, varlıklı
ailelerin çocukları ise akademik yolda ilerliyor.
Bu, eğitimin
eşitlik ilkesini yok eder.
Çocukların
kaderi, ailesinin cüzdanına göre çizilir.
Sonuç:
Yoksullar daha erken yaşta iş gücüne itilerek sınıfsal ayrım büyütülür.
Bir çocuk
merak ettiği için öğrenir.
Zorlandığı
için değil, tehdit edildiği için değil, üretim baskısıyla yüzleştiği için hiç
değil.
Erken mesleki
yönlendirme, öğrenmeyi bir zorunluluk, bir iş, bir görev hâline getirir.
Çocuğun içsel
motivasyonu çökünce, eğitimdeki tüm kazanım kaybolur.
Çocuğun
merakını öldüren bir sistem, aslında kendi geleceğini öldürüyordur.
Türkiye’de
eğitim politikası çocuk odaklı olmak zorundadır.
Bakanlığın
öne sürdüğü bu model ise çocuğu merkezden çıkarıp sektörün taleplerini merkeze
koyuyor.
Bu
yaklaşım serttir, risklidir ve pedagojik açıdan kabul edilemez.
Eğitim,
çocuk emeğini makyajlamak değildir.
Eğitim,
çocuğu üretim bandına sürmek değildir.
Eğitim,
çocuğu ekonomik rüzgârlara göre şekillendirmek hiç değildir.
Eğitimin
görevi:
Çocuğu
mesleğe değil, hayata hazırlamaktır.
Bu
kadar basit.
Ve bu
kadar nettir.

Yorumlar
Yorum Gönder