KHK’lı olmanın
ne demek olduğunu gerçekten ancak bir KHK’lı bilir.
Dışarıdan
bakanın gözünde belki sadece bir kararname, bir liste, bir isim silinmesi…
Ama içerden
bakan için: Bir hayatın, bir emeğin, bir geleceğin bir gecede elinden
alınmasıdır.
Biz yaşarken,
biz sürünürken, biz yok sayılırken başkalarının yaptığı tek şey konuşmak oldu.
Herkes konuştu; ama kimse anlamaya çalışmadı. Hepimiz hakkında ahkâm
kesildi—ama bir tek gün gelip “Nasılsın?”, “Dayanabiliyor musun?”, “İhtiyacın
var mı?” diye soran olmadı.
Kimse
gerçekten umursamadı.
KHK ile ihraç
olmak sadece bir işten atılmak değildir.
Hayatın bütün
direklerinin aynı anda devrilmesidir.
Bir sabah
uyandık ve bir anda “yoksunuz” dendi bize.
“Suçumuz ne?”
diye sorduk, yanıt yok.
“Kendimizi
savunalım” dedik, kapılar kapalı.
“Delil
gösterin” dedik, sessizlik.
Bizi biz yapan
ne varsa elimizden alındı: Mesleğimiz, sosyal çevremiz, emeğimiz, geleceğimiz,
toplumdaki yerimiz…
Bir gecede,
tek bir imza ile.
Ve biz o
günden beri bir türlü normal hissedemedik. Çünkü hayatımızı elimizden alanlara
bir cümle bile sitem etme hakkımız yoktu.
Aradan yıllar
geçti.
Günler ayları,
aylar yılları kovaladı.
Ve bugün bize
hâlâ aynı cümleyi söylüyorlar: “Merak etmeyin, işinize dönersiniz.”
Peki dönelim…
Sonra?
Bu kadar
yıpranmışlığın telafisini kim yapacak?
Kaybolan
yıllarımızı kim geri verecek?
Bizim
yüzümüzden çocuklarımızın gözlerinde beliren endişeyi kim yok edebilecek?
İşimize dönmek
elbette hakkımız, elbette en temel talebimiz.
Ama bir gerçek
var: Biz artık eskisi gibi değiliz.
Biz bu süreçte
kırıldık, ezildik, yorulduk.
Ne
psikolojimiz kaldı sağlam, ne bedenimiz, ne sosyal hayatımız.
KHK’lıların
karnı doydu mu? Doymadı.
Psikolojisi
düzeldi mi? Düzelmedi.
Fizyolojisi
toparlandı mı? Toparlanmadı.
Çünkü bir söz,
bir açıklama, bir tweet insanın hayatını onarmaz.
Bizim adımıza
konuşan çok oldu.
Ama bizim için
bir şey yapan olmadı.
Demokrasi
naraları atıp da dönüp tek bir somut adım atmayanların sözleri, içi boş
cümlelerden başka bir şey değildi.
Herkes
demokrat görünmek istedi, duyarlı görünmek istedi; hepsi görüntüydü.
Bizim acımız
ise gerçekti.
Yıllardır
yaşadığımız bu belirsizlik, bu hukuksuzluk, bu sessiz işkence bizim hayatımızı
parçalarken; dışarıda en fazla birkaç dakikalık bir gündem olabildik.
KHK’lılar bu
toplumda görünmez insanlar hâline geldi.
Konuşulduk ama
dinlenmedik.
Tartışıldık
ama anlaşılmadık.
Hakkımızda
fikir yürütüldü ama bize söz verilmedi.
Sanki biz
yokmuşuz gibi davranıldı.
Sanki biz
insan değilmişiz gibi.
Hâlbuki her
birimizin bir hikâyesi var.
Bir ailesi
var.
Bir geçmişi ve
bir geleceği vardı.
Biz sadece bir
“dosya” değildik.
Bir “numara”
değildik.
Biz yaşayan,
hisseden, seven, çalışan insanlardık.
Biz yıllardır
söylüyoruz: Yeter.
Bu çile
bitsin.
Bu hukuksuzluk
sona ersin.
Adalet olması
gerektiği yere geri dönsün.
Herkes için
değil belki ama en azından bizim gibi masum insanların hayatı daha fazla
çalınmasın.
Biz sadece hak
ettiğimiz yere dönmek istiyoruz: İşimize, emeğimize.
Bu ülkede
adalet varsa işimize dönmeliyiz.
Adalet yoksa
zaten en büyük yarayı biz değil, ülkenin kendisi alıyor.
Bunca yıl
geçmesine rağmen hâlâ umut etmek zorunda kalıyoruz.
Çünkü başka
çaremiz yok.
Belki bir gün
bu ülke, bize yaşatılan acıyı gerçekten görür diye.
Belki bir gün
biri gerçekten sesimizi duyar diye.
Belki
bir gün adalet kapımızı çalar diye.
Biz
hâlâ bekliyoruz.
Ve
beklerken de tükeniyoruz.
Ama
içimizde bir yer, en kırgın, en yorgun hâlimizle bile mırıldanıyor: “Bir gün
mutlaka…”

Yorumlar
Yorum Gönder