“Ormanı
yakan, yalnızca doğayı değil; insanlığını da küle çevirir.”
Ormanı yakan
biri; sadece ağaçları değil, bir coğrafyanın ruhunu, bir toplumun geleceğini,
bir çocuğun hayalini, bir annenin duasını da yakar. Kuşların yuvası,
karıncaların yolu, geyiklerin kaçışı, toprağın canı, suyun berraklığı, rüzgârın
melodisi... Hepsi, o tek kıvılcımla birlikte sessizce yok olur. Orman yangını
bir doğa olayı değil, bir insanlık suçudur. Çünkü hiçbir doğa kuvveti,
böylesine planlı, böylesine zalimce bir yıkım yaratmaz.
Bu yüzden
"Orman yakanın dini imanı, görüşü, felsefesi, insanlığı yoktur. Böyle biri
insan olamaz." cümlesi, sadece bir tepki değil; hakikatin çığlığıdır. Bu
sözü sarf eden bir vicdan, sadece doğaya değil, insanlığa sahip çıkar. Çünkü
insan, sadece etten ve kemikten ibaret değildir. İnsan, aynı zamanda toprağa,
suya, ağaca, kuşa, çocuğa, yarına karşı sorumluluk taşıyan varlıktır.
Ormanı yakmak;
sadece yeşili değil, yaşamın özünü yok etmektir. O ağaçların gölgesinde oynayan
çocuklar artık güneşe maruz kalır. Kuşlar göç ederken duracak bir dal bulamaz.
Toprak, yanığın izini yıllarca taşır. Sular bulanır, hava zehirlenir. Hayvanlar
yuvasız, insanlar nefessiz kalır. O ateş sadece bir alanı değil, bir uygarlığın
kalbini yakar.
İnsan olmak;
sadece iki ayağı üzerinde yürümek değildir. İnsan olmak; göğe bakıp yıldızlara
hayran kalmak, bir ağacın gövdesine sarılıp huzur bulmak, bir karıncanın
taşıdığı buğday tanesini ezmeden yolunu değiştirmektir. İnsan olmak; doğayı
yalnızca kullanmak değil, onunla birlikte var olmaktır. Çünkü insan, doğanın
efendisi değil; bir parçasıdır.
Bu gerçeklik
karşısında, ormanı yakan birinin hangi dine mensup olduğu, hangi fikri
savunduğu, hangi kitapları okuduğu, hangi partiyi tuttuğu, hangi dili konuştuğu
önemsizdir. Çünkü doğaya kast eden biri, insanlık değerlerinin tamamını ayaklar
altına almış demektir. Onun savunacağı bir görüş, arkasına sığınacağı bir
ideoloji olamaz. Zira yaşamı hiçe sayan, insanı da hiçe sayar.
Ormanı yakan
biri, yalnızca kibriti çakmaz; aynı zamanda binlerce canlının yaşamını
sonlandırır. Bu suçun adı artık "orman yakmak" değil, *toplu
cinayet*tir. Çünkü bir orman, yüz binlerce canlının evi, yurdu, sığınağıdır. O
yangında sadece ağaçlar değil, yavrusunu emziren sincaplar, yuvasını inşa eden
kuşlar, göç eden kelebekler ve bu düzenin sürdürücüsü olan milyonlarca
mikroorganizma da yok olur. Bu bir ekosistem katliamıdır.
Toplu cinayet
failleri, nasıl ki insanların canına kıydıkları için ağır cezalara
çarptırılıyorsa; orman yakanlar da aynı şekilde doğanın canına kıydıkları için
yargılanmalıdır. Bu sadece hukuki bir zorunluluk değil, aynı zamanda ahlaki bir
sorumluluktur. Ceza yasaları, ormanı yakanları sadece "çevreye zarar
vermek" ile değil, "doğaya karşı işlenmiş organize suç" ile
yargılamalıdır. Çünkü bu suçun mağduru sadece canlılar değil, gelecek
nesillerdir.
Orman
yakanlara sessiz kalmak, bu suça ortak olmaktır. Göz yummak, görmezden gelmek
ya da "ne yapalım, oldu bir kere" demek; küllerin üstüne serilen yeni
bir ihanet örtüsüdür. Her birimiz, bir ağaç gibi dik, bir orman gibi dayanışma
içinde bu suça karşı sesimizi yükseltmeliyiz. Çocuklarımıza bırakacağımız miras
sadece beton binalar, asfalt yollar, yapay parklar olmamalıdır. Onlara tertemiz
hava, gökyüzüne uzanan dallar, cıvıldayan kuş sesleri ve doğayla uyum içinde
yaşama ahlakı bırakmalıyız.
Çünkü ormana dokunan el, aslında insanlığa dokunur. Bir ağacı koruyan, bir çocuğun geleceğini de korur. Bir çiçeği ezmeyen, bir kalbi de kırmaz. Doğaya gösterdiğimiz her saygı, kendimize duyduğumuz saygıdır. Ormanı yakan biri, kendini de yakmıştır. İnsanlığını, merhametini, vicdanını ve geleceğini kül etmiştir.
Unutmayalım:
Ormanları
korumak, sadece doğayı değil, insanlığı da korumaktır.
Ormanı
savunmak, hayatı savunmaktır.
Doğa
yoksa, biz de yokuz.
Sessizlik
suç ortaklığıdır.
Ve en
önemlisi: Orman yakanlar, toplu cinayetle yargılanmalıdır!